Hayatın nabzı değişimde atıyor. Değişim gelişimle birlikte hayatımıza giriyor. Yükselen alçalıyor, kapanan açılıyor nefes alıp vermek gibi.
Değişimin zorlayıcı yüzü, bilinmeyenleri bizi ürküte dursun her yeni güne olasılıklarla başlıyoruz. Bu olasılıklar, değişimin hızı şehirlerimizi, mahallelerimizi gündelik hayatın her bir parçasını etkiliyor. Yeni ile kadimi bağrına basmaya devam eden semtlerimizin varlığı zamana karşı direnmeye devam ediyor.
Bir tatlı rüzgâr yakalayıp uçuşuyorum yaprak gibi, eski kargır, taş evler, dar yokuşlar arasında İstanbul’un bozulmayan mahalle kültürünü koruduğu Balat’ta alıyorum soluğu. Fatih ilçe sınırlarında, Haliç kıyısında, Ayvansaray ile Fener arasında tarihsel bir miras. Adını fetihten sonra ahalisi buraya yerleştirilen Bodrum yakınlarındaki Balat kasabası ya da Bizans sarayı ‘’Palatium’’ dan aldığı rivayet edilir.
Homojen mimarisi eski İstanbul insanlarının nezaket, birbirinin gündelik yaşamına olan saygısı hakkında ipuçları veriyor. Birbirini dik kesen geometrik yollar, kesik kesik kavşaklar, çıkmazlar, merdivenli sokaklar, çok yüksek olmayan, hava akımını ve manzarayı kesmeyen uyumlu binalar.
Osmanlı kültüründe de önemli bir yerleşim yeri olan Balat’ta tarihsel seyirde ‘’Karakteristik Yahudi Mahallesi’’ olarak, memur, esnaf, küçük zanaat sahipleri yaşardı. Balat’ın sosyal ve mekânsal değişimlerinde yangınlar, Haliç’teki sanayi faaliyetleri, çevresel etkiler başta gelmekle beraber, günümüz sosyal, demografik yapıyı şekillendiren göç dalgaları da etkilidir.
Haliç sahilden bakınca, yüksek dikkat çekici kırmızı bir bina sizi kendisine çeker. Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi önünden geçip, dar yokuşlar, merdivenleri aşıp, binaya yaklaşınca keşif derinleşir, her cephesi bir mahalleye açılır.
1454 yılında Fener’de kurulmuş görkemli okul Fener Rum Erkek Lisesi. Tarih içinde, ‘’Birinci Akademi, Mekteb-i Kebir, Patrikhane Akademisi, Kırmızı Okul’’ gibi isimleriyle anılmış günümüzde Fener Rum Ortaokulu ve Lisesi olarak eğitimine devam etmektedir.
İstanbul’un fethinden sonra Bizans yönetici sınıfı ve tüccarlar kenti terk edip, Ege Adaları, İtalya ve Fransa’ya sığınmıştı. Fatih Sultan Mehmet, 1454’de tüm İstanbullu Ortodoksları geri çağırdı. Kendi dillerinde eğitim yapıp, patrikhanelerini yeniden ihya edebilecekleri ve ibadetlerini eskisi gibi serbestçe yapabileceklerini bildirdi. Bunun üzerinde ayrılan Rumlar gruplar halinde kente geri döndüler.
Fatih fermanı ile 1454’de yeniden kurulan okulun binası, 1880-1882 yılları arasında mimar Dimadis tarafından inşa edilmiştir. Eserin çoğu malzemesini Marsilya’dan getirtmiştir. İki sene gibi kısa bir sürede yapının inşası tamamlanmıştır.
Bu görkemli okulun kapısında fotoğraf çekilmek için sıra beklemek kaçınılmaz. Basamakları ağır ağır çıkıp ilerleyince okulun hemen yanında Mesnevîhâne Camii bahçesinde bulursunuz kendinizi. Birbirini kesen mahalleler, birbirini yaşatan kültürel zenginliğin şahidi. Dünyevi tercihlerimiz uyuşmayabilir, farklı görünebiliriz, sen yine de ayırma beni senden seni benden, sonuçta insanız der gibi. Bir tarafta Tahta Minare Camii, Hızır Çavuş Cami, bir tarafta Meryem Ana Rum Ortodoks Kilisesi, Stevi Stefan (Demir) kilise…
Mahalle arasında karşıma Sultan Bakkal çıkar. Ah kalbim, ah çocukluğum. Gazoz, bardak hesabı satılan çekirdek, davin, tane ile alınan gofretler, renkli çikletler. Gazoz var mı diye bir çocuk edasıyla sorduğum sorunun cevabı manidar; ‘’Bakkalda gazoz olmaz mı?’’ bir gazoz kapıp bakkal amca ile biraz muhabbet sonrası eski Türk sinemalarında izlediğim makaralarda asılmış çamaşırların altından geçerken çocuklar gibi şenim. Fener Mahallesinin çivit mavi, sarı evleri, cumbalardan sarkan çiçekler fotoğrafçıların kadrajını süslemekte.
Balat meydanına inince mahalle sükûneti yerini işletmelerin yoğunluğuna bırakıyor. Yabancı turistler Türk kahvesi tercih ederken, yerli halk filtre kahve tercih ediyor, yeni ile kadim olan iç içe. Renkli butikler, atölyeler, yeme içme mekânları semtin ticari fotoğrafıdır. Çok çok eski dönemlerde Yahudi esnafa ev sahipliği yapan, günümüzde özgünlüğünü koruyan Çıfıt Çarşısında antikacılar, mezatlar halen ilgi odağı. Gökkuşağı renginde merdivenler, şemsiyeler, duvar yazıları, elinde kemanı gelip geçene göre şarkı sözü uyarlayan sokak müzisyeni olmazsa olmazlardan.
Camii, kilisesi, mektebi, cumbalı evleri, çıkmazları, Arnavut kaldırımları ile başka bir dünya, yaşayan mahalle kültürü. Akşam serinliğinde merdiven basamağında sohbet eden insanları görmek halen komşuluk değerlerinin korunduğunu bilmenin verdiği güvenini tazeliyor.
Zamanın kırbacını yedi mi çocuk oyunlarımız bilinmez, kasaları art arda dizip, içine oturup, tertemiz kalbi ile sokakta giysilerini kirletmenin keyfini süren çocuk cıvıltılarının olması, annelerin yeter artık eve gel ihtarlarını duymak harikulade. Bir tarafta düğün fotoğrafları çektirenlerin yeni bir hayata attıkları adıma şahit olmak, diğer tarafta çocukların arasına katılıp oyun oynamak, sohbet edenlerle selamlaşmak, Balat ‘tan hatırımda hatıramda kalanlar…
Mantar gibi tarih, mekân, kültür fışkıran semtte kaçırdığım ne incelikler, keşfedilmeyi bekleyen ne kör noktalar vardır kim bilir; gün biter, keşif bitmez. Renklerin ahengi en iyi Balat mahallerinde yaşanır.