Ramazan insana maddi manevi bir perhiz imkânı sunuyor. İnsan kalp, ruh, akıl, sır gibi duyguların manevi sevincine erişiyor, ilerliyor, feyz alıyor. İlkin işe giderken uyku sorun olacak, sahura kalkamıyorum gibi hesaplar zihnini yoklasa da bu ayartan sesleri susturmayı başarınca, baharla gelen Ramazan bir orkestra zenginliği ile oruçluyu idrâke taşıyor.
Kuşluk vakti kuşların sesine karışıyor coşkulu salavâtlar. Güneşin neşesi ile birleşiyor gözlerdeki ışıltılar. Gökyüzünün duruluğu ile bir bütün kalpteki huzur. Leylaklar, sümbüller, nergisler, hercai menekşeler, portakal çiçeğinden filbahriye kadar limonsu o ferah koku ciğerlerini sarıyor. Ağaçlar, çimenlerin renkleri parlarken, otların arasında kaybolmuş fark etmediği hudayinabit mavi, mor, sarı çiçekleri fark ediyor, tabiatın her zerresini sentezliyor. Baharla gelen Ramazanın hediyesi oruç insanın duyularını canlandırıyor.
Acizliğini, muhtaçlığını, kusurlarını unutan insan ölümsüzmüşcesine dünyaya saldırırken, dünya muhabbeti ile meşguliyetten yorgun düşüyor. Ramazan zaafını hissettiriyor. Gaflet insanın kalbini bozmamışsa, Ramazan ile Allah’ın yüce katına sığınmaya talip oluyor, manevi şükür ile rahmet kapısını çalmaya hazırlanıyor.
Ruhumuz Ramazan iklimine girmeye hazırken, Sezai Karakoç “Samanyolunda Ziyafet” yazısında ne güzel ifade etmiş gün saydığımız Ramazan şölenini:
“Oruç, öyle bir ruh kalıbıdır ki, her gün; ortalığın ilk ağardığı vakitten ilk karardığı vakte kadar, içimizi oraya yerleştiririz; orada ruh bir biçim alacak; bir öz kazanacak, billûrlaşacak; yıkanacak, canlanacaktır. Gece dinlenecek; bir gün sonra yine ayni çerçeveye girecek; böyle böyle; bir ay sonunda yepyeni ve taptaze bir insan yüreği; ruhu ve vücudu olacaktır mü’minin yüreği, ruhu ve vücudu.
Oruç; insanın katıldığı, her yıl bir ay katıldığı bir ruh şölenidir.
Üstün insanların davetlisi olduğu bir tabiatüstü ziyafet, bir gök sofrasıdır.
Yâni, Samanyolunda Ziyafet.”