Aynalar ayrılır hayatımızdan ölüm aynalara değince!

Abone Ol

‘Kimler geldi, neler istediler? 
Hepsi de dünyayı bırakıp gittiler 
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi? 
Oysa gidenler de senin gibiydiler.’

Mümtaz Türk basınının güzide gazetelerinden birinin sahifelerine düşen bu şiir düşünen insanları derinden etkileyecek mahiyette...

Modernizmin içine düşen ve düştüğü yerden de bir daha çıkamayan günümüz insanı ölümsüzlük sevdasında... Ölümü hiç düşünmediği gibi, ölümü tedai ettiren nesneleri de görmezden geliyor; görmek istemiyor. Zincirlikuyu Mezarlığı’nın giriş kapısının üzerine yazılan “Her canlı ölümü tadacaktır” kelâmıyla göz göze gelen akl-ı evvellerin gürültüleri işte bunun için... 

Ölümlü insan, ne hikmetse ölümü düşünmüyor; düşünmek istemiyor. Oysa, her gün insanlar ötelere, ötelerin ötesine gidiyor; insanlar ölüyor... Ve gidenlerin hepsi de onlar gibi, bizim gibi. Biz, hiç gitmeyecek gibiyiz değil mi, onlar da hiç gitmeyecek gibiydiler! Sen de hiç gitmeyecek gibi yaşıyorsun değil mi? 

Dünyada ebedi kalma beklentisi nafile bir uğraş! Günler, aylar, mevsimler geçiyor, insanoğlu nihai uğrağına; menziline her saniye bir adım daha yaklaşıyor, yaklaşıyor, yaklaşıyor... 

Ölüm de insan için… Faniye nihayetinde yakışan şey ölümdür. Ölüm insana yakışmalı. İnsan ölümü kendine yakıştırmalı. Çünkü ölüm bir mukadderat... Ölüm bir hakikat... Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi

“Geçti, geçti mevsimler.
Süpürüldü takvimler.
Gidenlerden kalan şey;
Duvarlarda resimler,
Mezarlarda isimler.
Geçti, geçti mevsimler.”

Bu mülahazalar içerisinde önceki gün şair, yazar, mütefekkir arkadaşım, ağabeyim Osman Olcay Yazıcı’yı, Topkapı’da medfun bulunduğu mezarlıkta ziyaret ettim. Ruhuna Fatihalar okudum. O şimdi berzah âleminde. İsrafil Aleshisselâm’ın “sur”u üflemesini bekliyor… Basübadelmevti, mahşeri, mizanı bekliyor…

Merhum Olcay Yazıcı Ağabeyin kabrinin üzerinde çiçekler açmış… Yeni bir mevsimin gelişini müjdeleyen çiçekler… Bahar mevsimini beklemeden filizlenen kır çiçeklerinin susuzluğunu giderdim. Kuş sebillerini suyla doldurdum. Kabri nur; menzili cennet olsun…

Olcay Ağabey’in “Bir Ölüm Denemesi” başlıklı şiiri aklıma düştü… Serlevhada “Ben hep ölümü düşünürüm” diyordu…

Sen köpükler içinde pür-neşe
Ben kapı aralığında bakarım güneşe
Ben hep ölümü düşünürüm
Ölüm, ölümsüz efsane


Sen sevinçlerini tararsın aynalarda
Aynalar sırattan ince
Aynalar ayrılır hayatımızdan
Ölüm aynalara değince!

Sen aşkları az bulursun
Bir hayâle kanan benim

Sen türküler tutturursun
Ölümleri anan benim

Sen güllere dokunursun
Âteşlerde yanan benim!

Vakit buldukça kabristanlara gidiyorum. Oralarda, mezar kitabelerinde kabir ehlinin bir çizgilik yerlere hapsedildiğini görüyorum. Evet, mevtalar mezar taşlarında bir çizgilik yerlerde mahpus. Onlar için sadece iki satırlık yer ayrılmış; sadece iki satır... Ahmetoğlu Mehmet. DT 1960 ÖT 2013

Bu hususta şöyle sesleniyordu diyordu Behçet Necatigil:

“Adı, soyadı
Açılır parantez
Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti
Kapanır, parantez.

O şimdi kitaplarda bir isim, bir soyadı
Bir parantez içinde doğum, ölüm yılları.”

Eskiler “sıralı ölüm” mü demişti? Sıralı ölüm mefhumu mezarlıklarda pek mâkes bulmamış!  Ne hikmetse kabristanlar genç mevtalarla dolu! 

Ölmeden ölen insanlar, ahireti için çalışanlar, bir nev’i öldükten sonra da yaşıyor... Hayırlı işleriyle, hizmetleriyle, hasenatıyla kimi insanların amel defterleri kapanmıyor!

Diriliş Şairi’nin âvazına kulak veren, ebedî varlık sevdasındaki Olcay Yazıcı gibi has kullar ise ölümden çok, ölüm sonrasını düşünüyor…

“Ben ağıt yazmayı sevmem
Ölümden değil dirilişten yanayım
Ölümden değil ölüm sonrasından yana
Ağıt yazmaktan değil mevlüt yazmaktan yana”

Hâmiş: Bu vesileyle “Aynalar ayrılır hayatımızdan ölüm aynalara değince!” cümlesini kuran Olcay Yazıcı’nın ruhu için Fatihalar okuyalım. 

İbrahim Ethem Gören/09.01.2025 Yazı No: 642