Dünya kültür tarihinde, mitolojiden, felsefeye kadar disiplinler içinde simge, sembol, nesne olarak yer alan ayna edebiyatta da kendine geniş bir yer bulur.
Batı masallarında aynanın yargıları ve konuşmaları sorgulanamayan otoritenin sesleridir. İçe bakış, içe yönelişin simgesi olduğundan gerçeğin sesi olarak algılanır. Antik Yunan’da yücelik, estetik, Mısır’da sonsuzluğun simgesidir. Rönesans döneminde Nürnberg ve Venedik ayna yapım merkezleri olarak ün kazanır. Günümüzden üç yüz yıl öncesine kadar cam eşya ve ayna yapımının sırrına sahip olan tek ulus Venedikliler bu sırrı özenle saklarlar.
Mitolojide su; gören gözler için benliğin derinliklerini gösteren bir ayna, tefekkür nesnesidir. Yaratılmışların kendini ilk algıladığı, seyre doyamadığı kadim bir aynadır su. Efsaneye göre:
Ekho bir gün bir avcı görür, Narkissos adındaki bu avcı çok yakışıklıdır. Ekho kendine âşık olanlara aldırmazken, avcıya âşık olur. Ancak avcı bu sevdaya karşılık vermez, ilgilenmez. Bu durum Ekho’yu derinden yaralar, üzülür ve günden güne eriyerek ölür. Vücudu bugün ‘’Eko’’ dediğimiz yankılara dönüşür. Bu duruma kızan Tanrılar avcıyı cezalandırmaya karar verirler. Ava çıkan Narkissos bir dere kenarına gelir, su içmek için eğilir, daha önce görmediği bu güzellik karşısında büyülenir. Kendi suretine âşık olur. Artık ne su içebilir, ne yemek yiyebilir. Günden güne erir ve ölür. Bedeni nergis çiçeklerine dönüşür. Narsisizm temelleri bu efsaneye dayandırılır.
Mısır’da kadınlar dini törenlerde ellerinde güneşin sembolü olarak ayna tutarlar, tanrılara sunulan armağanlar arasında ayna da bulunur. Eskiçağ Anadolu’sunda, önemli bir medeniyet olan Hitit mitolojisinde Istustaia ve Papaia adında iki yeraltı tanrıçası insanların kader iplerini elinde tutup eğirir. Bu tanrıçaların elinde ayna ve iğ vardır. ‘’Biri iği tutar, diğeri geniş aynalar tutar. Ve kralların yıllarını örerler. Ve yılların sınırı ve hesabı yoktur.’’ Şeklinde mitoslarda geçen tanrıçalar o dönemdeki aynaların kutsiyeti hakkında günümüze ışık tutar.
Eski Türklerde ayna bu dünya ile öteki dünya arasındaki sınırı ifade eder. Şamanın davula iliştirilmiş pirinç bir aynasının olması gereklidir. Dini ayinleri yöneten kamların ayinlerinde ayna önemli bir rol üstlenmiştir. Aynanın yardımı ile kam fala bakar, geleceği söyler, dertleri tedavi ederdi. Ayna hastalıklara sebep olan ruhların görülmesi ve hastalığın sonucunu öğrenmek için araçtır. Örneğin Taciklerde çocuğun yastığının altına nazardan, korkudan, kötü güçlerden emin olması için ayna konulması geleneği bu inançtan gelmektedir. Hun mezarlarına koyulan değerli bir eşyadır. Böylece ölenin kötü ruhlardan korunacağına inanılır.
Ortaçağ İslam sanatlarında da ayna önemli bir yer edinir. Halk arasında aynanın sahibine şans ve şifa getirdiğine inanılır. İslami döneme ait aynalar arasında Selçuklu aynaları dikkat çekmektedir. Ön yüzleri parlatılmış, arka yüzleri kabartma motiflerle süslenmiş çok sayıda bronz ayna günümüze intikal etmiş müzelerde göz doldurmaktadır.
Osmanlı’ya gelindiğinde ayna madde ve mana olarak değişik kavramlara sembol olmuştur. Altın, gümüş, yeşim ve bronzdan yapılmış zengin bezemeli ve saplı aynalar Osmanlı sanatının ölçülü sadelik, zenginlik ve üstün tekniğinin örneklerini Topkapı Sarayı’nda gözler önüne serer. Toplumda günlük yaşamın da önemli bir parçası olan ayna; bir erkeğin bir kadına verebileceği en güzel, makbul hediye olarak görülmekteydi… ‘’ Sana alacak senden daha güzel bir hediye bulamadım.’’
Tasavvufta genel olarak insana, özel olarak kâmil insana işaret eder ayna. Bir diğer tasavvuf anlayışı da insan insanın aynasıdır. Mesnevi’de Mevlana ayna temsilini örnek verir. Hz Yusuf’u ziyarete giderken birisinin ona ayna hediye götürdüğü ‘’ Senin güzelliğine layık bir şey bulamadım aynaya bakıp kendi güzelliğini gördükçe beni de hatırlarsın.’’ Demeye getirdiğini anlatıp, şunları söyler Mevlana: ‘’ Varlığın aynası nedir? Yokluk. Varlık yoklukta görülebilir, bir yerde yokluk, noksanlık var mı? Orası bütün sanatların, hünerlerin aynasıdır.’’
Ayna bilen ile bilinenin birliğini simgeler. İbn Arabi’ye göre; insan yaratılana kadar âlem cilasız bir ayna konumundadır. İnsan bu aynanın cilasıdır. İnsan-ı Kamil ve onun kalbi en kuşatıcı, en parlak, en düzgün ayna konumundadır. Bütün âlem bu aynadan suret alır. Diğer insanlarda bu aynaya bakarak suretini görür. Bu anlamda ‘’ Müslüman Müslümanın aynasıdır.’’
Divan Edebiyatında aynanın parlaklık ve aydınlığıyla sevgilinin yüzü, gerdanı, sinesi arasında benzerlik kurulurken; Narkissos gibi sürekli aynaya bakmak, kendini beğenmek dinsizlikle eşdeğer görülürdü.
Masallarda,‘’Ayna ayna söyle bana!’’ motifi ile sihirli bir güç olarak görünen ayna gelecekten haber verecek, uzak diyarları yakın edecektir.
Ayna, geçmişi bize nakleden, bizi bizden iyi tanıyan, her gün karşısına geçtiğimizde tefekkürle derinleştiğimiz kadim bir varlıktır. Aynanın saflığı, parlaklığı gönlün vasfıdır. Gönle hadsiz suretler aksedebilir. Gönül aynasının hududu yoktur. Soyut ve somutu bir arada barındıran ayna; her geçen gün hatıraları hafızamızdan silerken karanlık yüzüne saklar tüm mazimizi, karanlık yüzü geçmiştir. Parlak yüzü ise her bakışta değiştiğimizi gösterir. Aydınlık yüzünde bugün ve gelecek vardır.