Aşiyan’da ekim erguvanı

Abone Ol

Sana karışıyorum büyük bir tutkuyla, sınır tanımayan mavi patiskana, Boğaz’ın incisine, sınır tanımayan bir damla olarak akıyorum.

Aşiyan yollarında, yapraklar arasında kaybolmuş Arnavut taşları arasında ilerliyorum.

Kalbimin gözlerini açıyorum, önüme serilen güzelliklerin farkındalığını yaşıyorum.

Mevsim sonbahar aylardan Ekim. Yâ Hayy hayretler içerisindeyim, Ekim erguvanı cilve yapıyor kurumuş dallar, tomurcuklar arasından. Bu mevsimde kahverengi, bronz, sarı, yeşilin tonlarına, mordan bir huzmenin yansıması, ruhumu canlı tutacak bir mutluluk sunuyor bana. Tebessüm ediyorum erguvana, hak ettiği zamanı ayırıyorum, yavaşça ve özenle. Dokunuyorum sevgiyle ve aramızda şenlikli bir oyun başlıyor.

Hüznün içinde saklı neşeyi anlatıyor bana. Başlangıcı ve sonu olan her şey gibi hüznün de başı ve sonu var. Hiçbir şeyin sebepsiz olmadığı dünyada hüznün de bir görevi var.  Erguvanın gölgesinde özgürleşiyorum, anlıyorum onu, anlıyorum ki anlaşıyoruz.

Mevsimlere, kurallara takılı kalmadan, şimdinin saadetini biçiyorum dallarından, yapraklarına değin her bir parçasında. Müzeyyin tecellisini gördüğüm bu renge karşılık Yaratan bir de koku lütfetse kendinden geçmemek ne mümkün.

Erguvan,  her ne kadar sonbahar sürprizi yapsa da, İstanbul’un rengi, bahar sevincinin habercisidir. Nisan ayı ortalarından Mayıs ayı sonlarına kadar arzı endam eder Boğaz’ın gerdanında.

Erguvan moru, Bizans imparatorlarının kıyafetlerinde kullanılan bir renktir. İmparatorların lahitleri de erguvan rengi olan ve çok zor bulunan bir mermer türü olan “Porfir” mermeridir. Doğal yollarla üretilen en zor renk olduğu için, bir zenginlik ve güç belirtisidir. Roma imparatorluğunda, imparator dışında hiç kimsenin mor pelerin takamaz.

Bizans tarihinin en önemli olayları arasında sayılan 532 yılında Nika ayaklanması esnasında Jüstinyen kendi vatanı olan Makedonya kıyılarına kaçmaları gerektiğini düşünüp, saray limanında bir kadırga mürettebatıyla birlikte onları beklerken, kimler, hangi malların yanlarına alınacağı tartışmaları yapılır hızlıca. Külçe altınlar ve mücevherler yüklenmiştir.

Işıltılı duvarlar arasında tartışmaları dinleyen Theodora oturduğu koltuktan kalkarak konuşmaya başlar:

“Sezar, siz ayrılabilirsiniz. Deniz oradadır. Gemi hazır ve sizin yeterince paranız var. Ben kalacağım. Ben imparatorluk erguvan renkli giysisi giymiş bir kişinin onu asla çıkarmaması gerektiğini düşünüyorum. Beni Augusta olarak çağırmayacakları gün zaten yaşamıyor olacağım.”

Zayıf bedenini subaylara çevirir “Ben erguvanın en iyi kefen bezi olduğu eski deyişini severim.”

Bunun sonrasında büyük bir sessizlik olur ve kadının ne demek istediğini anlarlar. Hiç kimse onun fikrini değiştirmeye çalışmaz. Jüstinyen’in ağzı şaşkınlıktan açık kalır, Hipodramdaki bağırış yerini huzursuz bir sessizliğe bırakır. Jüstinyen sarayda kalır ve komutayı eline alarak ayaklanmayı bastırır.

Doğu Roma İmparatorları arasında, uzunca bir süre imparatorluğu yöneten bir hanedan adı olarak Porphyrogenitus geçer, “Porfir odada doğanlar” anlamında kullanılan bu soyadını taşıyan imparatorlar olmuştur. Büyük Saray’da imparator ve ailesine ait en mahrem bölüm mor/eflatun renkli porfir mermer ile kaplıydı. Bu odaya porfir köşk denilirdi. İmparatoriçeler bu odada doğum yapar ve doğan çocuklara “Erguvani Oda’da Doğan” sıfatı verilirdi. İmparatoriçe İrene’nin de oğlu Konstantinos’u erguvan rengi bir yatak odasında dünyaya getirdiği kaynaklarda geçmektedir.

İmparatorların pelerinleri, çizmeleri muhtelif giyim aksesuarları mor erguvan renginden olurdu. İmparator Diocletianus, kutsal giysilere bürünmüş kral kavramını ortaya atar ve Constantinus eflatun renkli giysi ve pabuçların kullanımını yalnızca kendisi ve ailesine özgü kılar.

Erguvan yüzyıllar boyunca Bursa için de önemli bir simge olmuştur. Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıt’ın damadı, Anadolu erenlerinden Emir Sultan( 1368-1429) her yıl erguvanların çiçek açma mevsiminde Bursa’da müritleri ile buluşurmuş. Evliya Çelebi Seyahatname’sinde bu zikr-ü tevhid topluluğunu şu satırlarda nakleder:

“Senede bir defa Emir Sultan Hazretlerinin Erguvan Cemiyeti Faslı olup, her taraftan deniz gibi insanlar toplanır ki bu kalabalık cemiyeti anlatmakta kalem acizdir. Böyle bir cemiyet ancak Emir Sultan sevgisiyle olur.”

 Osmanlı’da erguvanın güçlü dalları baston yapımında kullanılırken, mor, eflatun, pembe arası özgün bir renge sahip olan erguvan çiçeklerinin eski İstanbul mutfağında salatalara renk ve tat kattığı, reçellerinin, şerbetlerinin yapıldığı bilinmektedir.

Erguvan bir ağaçtan çok ötedir. Edebi, tarihi, kültürel bir tabiat mirasıdır.