İbrahim Ethem Gören: Salih Bey sizi tanıyabilir miyiz?
Salih Ünüvar: 1992 Adana/Kozan doğumluyum. 2015’te Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nü bitirdim. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yaptım ve doktora çalışmalarımı sürdürüyorum. Yüksek lisans yaptığım dönemde başladığım İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden de 2019’da mezun oldum. 2016 yılından bu yana İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalışıyorum. Evliyim ve Mehmet Salih isminde bir oğlumuz var.
Çalışma alanlarınız?
Doktorada, 1980 sonrasında Türkiye’de tarım politikaları ve köylülüğün dönüşümü üzerine çalışıyorum. Bu minvalde şu ana kadar Türkiye’de kır sosyolojisinin gelişimi üzerine bir kitap bölümü yazdım. Ayrıca edebiyat sosyolojisi, Türk sosyolojisi, gönüllülük, sözleşmeli çiftçilik ve kent tarımı gibi konular üzerine bazı tebliğlerim ve kitap bölümlerim yayımlandı.
Bunlar dışında edebiyata ve tarihe ilgim devam ediyor. Zeytinburnu Gençlik Merkezi’nde iki yıldır liseli ve üniversiteli gençlerle “Türkiye’ye Edebiyatın Penceresinden Bakmak” konulu bir seminer dizisi yapıyoruz ve son yüzyılımızı edebi eserler üzerinden değerlendiriyoruz. Ayrıca geçen yıl İstanbul Üniversitesi bünyesinden farklı fakülte ve programlardan öğrencilerle “Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılında Millî Mücadele ve Cumhuriyet Okumaları” konulu bir dizide İrfan Orga’nın “Bir Türk Ailesinin Öyküsü’”nden Kemal Tahir’in “Yol Ayrımı”na yedi farklı eserle bir okuma programı yaptık.
Remzi Oğuz Arık ilgi alanınıza ne zaman ve hangi mülahazalarla girdi?
Remzi Oğuz Arık’ın da öncelikle Kozanlı olduğunu belirteyim. İlçede ismini taşıyan bir okul var. Ancak üniversite yıllarına kadar hakkında fazla bir malumat sahibi değildim. Nurettin Topçu’ya dair okumalar yaparken, Topçu’nun etkilendiği isimlerden birisi olduğunu gördüm. Ondan sonra Arık üzerinde çeşitli araştırma ve okumalarım oldu.
Yüksek lisans tez dönemimde çalışmayı düşündüğümüz konulardan birisi cumhuriyet sonrası yurt dışı eğitimdi. Bakıldığında Remzi Oğuz Arık cumhuriyet sonrasında yurt dışında arkeoloji tahsil eden ilk kişiydi. Arık Türkiye’de arkeoloji alanında önemli bir isim olmasına rağmen günümüzde bu ismin ihmal edildiğini gördüm. Bu çerçevede onun hayat hikayesini, arkeoloji çalışmalarını ve Anadolucu-köycü milliyetçilik anlayışını ele alan bir tez hazırladım. Yüksek lisans tezimi geliştirerek kitap haline getirdim ve geçtiğimiz aylarda okuyucularla buluşturmak nasip oldu.
Okuyucularımız için efradını cami bir Remzi Oğuz Arık portresi çizmenizi istirham ediyoruz.
Remzi Oğuz Arık öğretmen, arkeolog, üniversite profesörü, müze müdürü, milletvekili ve siyasi parti genel başkanı. Hayat hikâyesine baktığımız zaman 1899 Kozan doğumlu olduğunu görüyoruz. Kozan bugün Adana’nın bir ilçesi olsa da o dönemde sancak konumunda ve önemli bir merkez. Ayrıca Ermenilerin yoğun olduğu, Ermeniler için dini açıdan da önemli bir yer. İlk mektebe Kozan’da başlıyor, Arık’ı sonrasında ağabeyinin ve ablasının kocasının görev yaptığı Balkanlarda görüyoruz. Balkan Savaşları sonrası İstanbul’a geliş, hem çalışarak hem de okuyarak geçen zorlu gençlik yılları… Darülfünun’da felsefe okuyor. Bir yandan da Türk Ocakları’na gidiyor hatta Türk Yurdu Dergisi’nde “Sancağım” adlı bir şiiri yayımlanıyor. Kozan yıllarının ve sonrasında Balkan Savaşları’nın onun düşüncelerinin şekillenmesinde etkisi olduğu kanaatindeyim.
Üniversite sonrasını ise üstlendiği görev ve sorumluluklar üzerinden ele almak mümkün görünüyor. Arık Darülfünun felsefe mezuniyeti sonrasında İstanbul’da, Adana’da ve sonrasında Galatasaray’ın ilk bölümünde öğretmenlik yapıyor. Yurt dışı sınavını kazandıktan sonra da Sorbonne Üniversitesi’nde Sanat Tarihi ve Paris Louvre Enstitüsü’nde Arkeoloji tahsili var. Fransa yıllarında kültürel, sanatsal, siyasi faaliyetleri de takip ettiğini görüyoruz. Öğrenciler arasında birleştirici ve toparlayıcı bir figür. Türk öğrencilere “Bugün Anadolu için ne yaptın?” diye hesap soracak kadar idealist. Onların derdiyle dertlenen; paraya, yardıma ihtiyacı olanlara yardım eden, Fransa ve yakın diğer ülkelerde Türk öğrencilerin bir araya gelmelerine, dernekleşmelerine öncülük eden bir ağabey konumunda. Bu yıllara dair Nurettin Topçu’nun Millet Mistikleri kitabında da yer alan, Arık’ın ölümü üzerine Milliyetçiler Derneği’nde yaptığı konuşmaya bakmalarını tavsiye ederim.
Türkiye’ye döndükten sonra İstanbul Asârı Atika Müzesi Bizans, Roma Yunanı Kadîm Uzmanı, Millî Eğitim Bakanlığı Müzeler Dairesi Arkeoloğu vazifelerini yerine getiriyor ve çeşitli kazılara katılıyor. 1930’ların sonunda Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Profesörü ve Enstitü Müdürü, üniversiteden ayrıldıktan sonra ise Ankara Arkeoloji Müzesi ve Ankara Etnografya Müzesi müdürlükleri var. 1949’da kurulan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İslam Sanatları Tarihi Profesörü olarak görev alıyor. 1950’de Demokrat Parti’den Seyhan milletvekili seçiliyor ancak 1951’de birkaç milletvekili arkadaşıyla DP’den ayrılıyor. 1952’de Türkiye Köylü Partisi’ni kuruyorlar ve 3 Nisan 1954’te uçak kazasında hayatını kaybedene dek partinin genel başkanlığını yürütüyor. Ayrıca Türk Tarih Kurumu Asli Üyeliği ile Finlandiya Arkeoloji Cemiyeti ve Berlin Arkeoloji Enstitüsü Üyelik görevlerini yerine getiriyor. Arık arkeolog ve siyasetçi kimliğinin yanında; Dönüm, Çığır, Hareket, Millet, Türk Sözü, Oluş, Gurbet başta olmak üzere birçok dergide yazılarının neşredildiği bir fikir adamı olarak karşımıza çıkıyor.
Mehmet Kaplan bir arkadaşına yazdığı mektupta Remzi Oğuz Arık’tan bahsederken, “Ankara’da Remzi Beyle birkaç kere konuştuk. İşi başından aşkın adam ona derler. Hem profesör hem müze müdürü hem hafriyata gidiyor hem mecmua çıkarıyor hem politikacı. Bunların her biri bir adamın bile omzuna ağır gelir” ifadelerini kullanmaktadır. Arık, elli beş yıllık ömrüne birçok iş ve başarı sığdırmış, Türkiye’de arkeolojinin yerlileşmesi, üniversite bünyesinde kurulması ve kurumlaşmasında önemli katkılarını olan, milliyetçilik alanında etkili bir fikir adamı, Anadolu’yu ve köyü merkeze alan bir düşüncenin ve siyasal hareketin öncü isimlerinden diyebiliriz.
Remzi Oğuz Arık’ın Türkiye’de arkeoloji bilimine yaptığı katkılar, yönettiği kazılar ve arkeoloji biliminin akademiye taşınmasına yönelik hizmetleri için büyükçe bir paragraf açalım…
Arık, Mustafa Kemal’in tahsilini devam ettirmesi doktora yapması talebine rağmen arkeoloji alanındaki çalışmaları yabancılardan devralmak isteğiyle 1931’de Türkiye’ye döner. Döndükten sonra da Alişar, Karalar, Göllüdağ, Turuva, Alacahöyük, Alaattin Tepe başta olmak üzere birçok kazıda görev alır. Bunlara dair Türkçe ve/veya Fransızca yayınları var. Özellikle Alacahöyük arkeoloji camiasında yabancı bilim adamlarınca da örnek gösterilen kaynak metinlerdendir. Ayrıca Arık’ın bu faaliyetlerine ilişkin uluslararası kongrelere de katıldığını, Türk arkeolojisindeki gelişmeleri dünyaya aktardığını görmekteyiz. Arık’ın görev aldığı kazıları ve bunların kazanımlarını öğrencisi Haluk Karamağaralı çok güzel özetlemektedir.
“Arık, ilk olarak, 1931’de Yalova’daki Bizans anıtını meydana çıkarmakla işe başlamış; 1932’de Alişar’daki Amerikalılar hafriyatına komiser olarak katılmış; 1933’de Karalar (Ankara’nın 63 km kuzeyinde) hafriyatını yaparak Galatların yeri bulunamayan beldesini, kral mezarlarını ve II. Deiotaros’un Kitabesini ilim âlemine vermiştir. 1934’de Göllüdağ’da (Niğde’nin 60 km kuzeyinde) kazılarıyla bir Hitit şehrini meydana çıkarmıştır. 1935-1936’da Turuva’da (Çanakkale) Amerikalıların hafriyatına komiser olarak katılmıştır. 1935’de bütün arkeoloji âleminin en önemli ve heyecanlı keşfiyle biten Alacahöyük (Çorum) kazılarını idare etmiştir. 1937’de Ankara Kalesi’nin sondajlarını, Çankırıkapı kazılarını yaparak şehrin tarihini aydınlatmış; Karaoğlan’da (Ankara’nın 29 km güneyinde) yaptığı sondajla yeni bir Hitit beldesini meydana çıkarmış, buradaki 1941 yılına kadar olan çalışmalarını hem Kopenhag’ta hem Türk Tarih Kurumu Kongresi’nde hem Oxford’da ilim âlemine tanıtmıştır. 1939’da Hacılar’da (Ankara’nın güneyi Mugan Gölü yanı), yaptığı kazılar, 1940’da Ankara-Konya arasında, Tuz Gölü̈ istepinde ve Konya ile çevresinde yaptığı araştırmalarla bu bölgenin asıl tarihini ortaya koymuş; Konya’da Alaeddin Tepesindeki kazısı Konya şehrini hurafelerden çekip tarihin aydınlığına mal etmiştir. 1941’de Bitik’te (Ankara’nın 42 km kuzeyinde) yaptığı kazılar, ta Düzce’ye kadar süren araştırmalar, bu bölgeyi tanımamıza yaramıştır. Aynı yıl, Ankara-Niğde-Ulukışla-Adana-Hatay yolunu karadan incelemiş: Amik ovasını baştanbaşa taramış, İskenderun yanındaki Karaağaç’ı meydana çıkarıp eski Mykan Beldesi Myriandros’un bulunmasına imkân vermiştir.”
Ayrıca, Arık’ın arkeolojinin Türk üniversitesinde kurulmasında ve kurumlaşmasında, çeşitli müzelerin kuruluşunda, müzecilik için yasal düzenlemeler yapılmasında katkıları var. Türkiye’de Ekrem Akurgal, Sedat Alp gibi alanın önemli isimleri onun öğrencisidir. Bu yönleriyle Arık Türkiye’de yabancı isimlerin tekelindeki arkeoloji faaliyetlerinin yerlileşmesi noktasında önemli bir isimdir. Cumhuriyet sonrasında arkeoloji alanında yurt dışında eğitim almış ve Türkiye’de üniversite bünyesinde bu alanı kurmuştur.
Remzi Oğuz Arık bunca başkanlık yaptığı kazıyı, bulguları, arkeoloji alanındaki tecrübelerini ulusal ve uluslararası alanda gereğince tanıtma imkânını elde etmiş midir?
Remzi Oğuz Arık, sadece kazılar yapmakla kalmamış, bunlara dair ulusal ve uluslararası ölçekte yayınlar yapmıştır. Arık’ın katıldığı kazılara dair çalışmalarının yanında Türkiye’de hayata geçirilen arkeoloji faaliyetlerini içeren kapsamlı yayınları vardır. 1933’te Alişar ve Karalar kazıları üzerine makaleleri yayımlanmıştır. 1934’te Ülkü Dergisi’nde tarih, arkeoloji, müze konulu makalesini, 1935’te Türkiye’de Arkeoloji İşleri kitabı takip etmiştir. La Turquie Kemalist ve Belleten dergileri başta olmak üzere çeşitli mecmualarda Göllüdağ, Alacahöyük, Karaoğlan kazılarına dair Türkçe ve Fransızca çalışmaları bulunmaktadır. Onun Alacahöyük üzerine olan çalışması örnek gösterilen yayınların başında gelmektedir. Uluslararası kongrelerde de bu faaliyetlerini anlatma ve Türkiye’yi tanıtma imkânı elde etmiştir. O alanını dünya ölçeğinde takip eden ve aynı zamanda tanınan bir isimdir. Arık’ın uluslararası alandaki faaliyetlerini, Karamağaralı şöyle ifade etmektedir: “…1936’da Oslo’daki Beynelmilel Arkeoloji Kongresi’nde, bir ilim adamının çok seyrek göreceği bir zafer, bir şöhret kazanmış; 1938’de Kahire’de Millletlerarası Kazılar ve Sanat Tarihi Konferansı’nda hem Türkiye’yi temsil etmiş hem Cemiyet-i Akvam’ın delegesi olmuştur. 1938’de Kopenhag’taki Beynelmilel Arkeoloji Kongresi’nde Türkiye’yi temsil etmiş; son keşiflerinin tebliğini yapmıştır. 1939’da İkinci Dünya Harbinin başında Paris’e Maarif Vekilliği tarafından yollanmış, Sorbon’da (Centre d’Etudes Turques) da iki konferans vererek büyük bir başarı kazanmıştır… 1946’da Oxford’daki Beynelmilel Arkeoloji Kongresi’nde Türkiye’yi temsil etmiş ve Daimî Heyet Azalığı’na seçilmiştir. 1947’de Atina’daki Arkeoloji toplantısında Türk müzeciliğini temsil etmiştir.”
Arık, bugün arkeoloji alanında adı çok anılmasa da Türkiye’de bu alanda birçok ilki hayata geçirmek ona nasip olmuştur. Önemli arkeologlarımızdan Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal’a göre, Remzi Oğuz Arık’tan önce Osman Hamdi, Halil Ethem ve Hamit Zübeyr Koşay gibi arkeolojiyle ilgili isimler varsa da Arık arkeoloji tahsil eden ilk isimdir. Anadolu’da ilk tabaka, ilk sistematik hafriyatı olan Alişar Hafriyatında ve dünyadaki en dakik, en başarılı hafriyatlardan Trova Hafriyatında görev üstlenmiştir. Hamit Zübeyr Koşay’la beraber yürüttüğü Alacahöyük Hafriyatı halen aşılabilmiş değildir. Akurgal, meslek adamı ve arkeolog olarak da Arık’ın “İlk Hoca” olduğunu vurgulamaktadır. Remzi Oğuz Arık Ankara’da 1940’lı yılların başında üniversite bünyesinde klasik arkeolojiyi kurmuştur. Yine ilk dönem arkeoloji ile ilgilenen yerli isimlerin de yayınları vardır fakat bunlar yabancı bir isimle beraber kaleme alınmışlardır. Arık ise yine bu alanda tek başına kitap yayımlayan ilk yerli isimdir.
Arık, arkeoloji bilimi alanında bu denli önemli bir isim olmasına rağmen arkeoloji camiasında görmezden gelinmesinin sebebi nasıl izah edilir?
Arık görüleceği üzere 1930’larda yoğun bir kazı ve yayın faaliyeti içerisindedir. Ancak bu 1940’larda azalmıştır. DTCF’de Hoca iken 1942’de dönemin milli eğitim bakanı ve bazı ileri gelenleri ile anlaşmazlık yaşayarak üniversiteden ayrılmak zorunda kalmış ve müze müdürlüğü yapmaya başlamıştır. Bunlar aslında İkinci Dünya Savaşı yıllarının ve Türkiye’deki politik iklimin yansımalarıdır. Arık’ın sonraki yıllarda arkeoloji alanında yeterince üzerinde durulmamasının da bu yönde ideolojik gerekçeleri olduğu barizdir.
Az önce ifadelerine yer verdiğimiz Ekrem Akurgal son derece önemli çalışmalara imza atmış bir arkeoloğumuzdur. Arık’tan düşünce itibariyle oldukça farklı bir konumdadır. Remzi Oğuz Bey, Akurgal’ın üniversiteye dahil olmasında ve yükselmesinde, çevresinde bazı kişiler karşı çıkmasına rağmen, destek olmuştur. Arık’ın kıstası bu meselelerde fikri yakınlık değil yetkinlik ve yeterliliktir. Yine yerel bir dergi Kozan Sevdası’nın Remzi Oğuz Arık özel sayısında, Ankara’da öğrencilik yapan bir ismin Arık üzerine bir anı yazısı vardır. Bu yazıdan öğreniyoruz ki Arık, siyaset yaparken dahi farklı eğilimleri olan öğrencileri dışlamamış, onlara destek olmuştur.
Onu göz ardı edenlerin Arık’ı tanımadıkları, belki de sırf milliyetçi diye, yaptığı çalışmaları da yeterli düzeyde incelemedikleri söylenebilir. Ancak Arık’ın arkeolojide yapıp ettikleri ortadadır. Bunu Ekrem Akurgal, Sedat Alp gibi isimler de teyit etmektedir. Fikri olarak da bakıldığında, Hilmi Ziya Ülken ondan bahsederken “…Remzi Oğuz, heyecanlı ve taşkın mizacı yüzünden birçoklarınca yanlış anlaşılmış, ırkçı, Turancı diye tanınmış, kısmen de çarpıştığı aşırı solcu akıma karşı dayanabilmek için böyle tanınmasına sebep olacak mücadelelere girmiş bir fikir adamıdır… Onun milliyetçiliği insanlık sevgisine dirsek çevirmemiş, tersine vatan ve insanlık sevgilerini üstün bir tarih şuurunda birleştirmeye çalışmıştı.” demektedir.
Dönemin milliyetçi-muhafazakâr entelektüellerinin yanında Arık’ı Aziz Nesin üzerinden tanımak da mümkündür. Aziz Nesin çeşitli yazı ve röportajlarında ilk öykülerinin Remzi Oğuz Arık’ın Millet Dergisi’nde yayımlandığını ifade etmiştir. “…İlk yazım gülmece değil, melodram trajik olaylardır. O zamanlar ‘Millet Dergisi’ vardı. Remzi Oğuz Arık’ın çıkardığı bu dergi Ankara’da yayımlanıyordu. Orada dört beş öyküm çıktı. ‘Millet Dergisi’ sağcıydı ama o zamanki insanlar da değerli sağcılardı. Şimdi de değerli sağcılar var ama o zamankiler daha kaliteliydi. …” demektedir.
Bu açılardan bakınca görülecektir ki, Arık’ı veya başka bir ismi tanıma ve anlamanın yolu, algılar ve etiketler üzerinden değil de bu insanların eserlerine, söylediklerine ve yaptıklarına bakmaktan geçmektedir.
Sözün bu yerinde Remzi Oğuz Arık’ın milliyetçilik anlayışını, Anadoluculuk akımı ile ilişkisini konuşalım.
Bilindiği üzere Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük gibi devletin bekası, ülkeyi ayakta tutmak için geliştirilen fikirler var. İmparatorluğun çok uluslu konumunu düşünürsek, Türkçülük en son ortaya çıkan reçete diyebiliriz. İmparatorluğun kaybından sonra da yeni cumhuriyetle beraber Türkçülüğün daha da ön plana çıktığını ve Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları metninin burada genel çerçeveyi belirlediğini söylemek mümkün.
Arık’ın milliyetçilik anlayışını kavrayabilmek için onun yaptığı tanımlamalara bakmak gerekiyor. Öncelikle millet tanımına bakarsak, soy aslına dayanan kültür birliği diyor. Burada da Türk soyundan gelmeyenlere Türklüğü yasaklamayı doğru bulmuyor. Ortak kültür, ortak tarih vurgusu onun millet tanımında da vatan tanımında da öne çıkan unsurlar. Milliyetçilik ile kastettiği de Türk milletinin sevmek ve yükseltmek şeklinde özetlenebilir. Bu ülkenin ilerlemesini, insanlarının iyi şartlara sahip olmasını arzuluyor. Bu noktada milleti bir arada tutacak ve bu birliğin sürekliliğini sağlayacak yolun da milliyetçilikten geçtiğini söylüyor. İlimcilik, demokrasi gibi ideolojileri gerekli fakat mistik/metafizik yönden zayıf buluyor ve ülke için çözüm yolunu milliyetçilik ideolojisinde görüyor.
Anadoluculuk ise baktığımızda Mavi Anadoluculuk gibi daha seküler yönelimleri olan fikir akımına da kaynaklık eden bir görüş, genel bir adlandırma. Ancak Millet veya Hareket gibi dergilerde karşımıza çıkan haliyle, 1071 Anadoluculuk için önemli bir tarih ve Anadolu’nun Türk yurdu olması için bir kırılma noktasıdır. Anadolucular da aslında daha önce Turancılık gibi geniş ideallerdense, elde kalan vatanı, Anadolu’yu temel alarak bir siyaset ve söylem geliştirme arayışındalar. Hatta Arık daha önceki Osmanlıcılık, İslamcılık gibi fikir akımlarının hareketinin ana noktasını Anadolu yapmadığı için, Anadolu’yu merkeze almadığı için başarısız olduğunu öne sürer. Anadoluculuk ile Arık’ın ne kastettiğini ise oğlu Oluş Bey bir söyleşisinde çok güzel açıklamaktadır: “Babama sen Anadolucuymuşsun diye sorduğum zaman: ‘Yahu Anadolu esas parçası bu memleketin, esas nüfusu burada; işte burayı bura yapan insanlar burada, bu gerçeği görmek lazım. Ama benim öyle fazla bir davam da yok. Bu memlekete hizmet eden, bu memleketi benimseyen buralıdır.”
Burada Arık’ın millet ve milliyetçilik anlayışının özünü görebiliriz. Türkiye’yi benimsemek ve bu memleketin daha iyi bir konuma gelmesini istemek, bunun için çaba sarf etmek.
Yaşadığı dönemde milliyetçi entelektüel çevreyle etkileşimini de değinelim isterseniz.
Remzi Oğuz Arık’ın ölümünden kısa bir süre sonra Milliyetçiler Derneği’nde bir anma toplantısı tertip ediliyor. Toplantıya Nurettin Topçu, Peyami Safa, Mümtaz Turhan, Mehmet Kaplan, Rüstem Duyuran gibi Türkiye üniversite kamusundan veya entelektüel dünyadan isimlerin konuşmacı olarak katıldığını görüyoruz. Yine bir grup milliyetçi genç Gurbet Dergisi’ni çıkarıyor. Hatta bu derginin ilk sayısı çıkmak üzereyken Arık’ın vefatı sonrası dergi Arık için yazılan yazılarla çıkıyor. Atsız’ın bu dergide Arık için övgülerle dolu bir metni var. Bu gençlerin bir kısmının daha sonra Arık için bir dernek de kurduklarını ve bazı eserlerini neşrettiklerini görmekteyiz. Bu çalışma ve çabalardan görüyoruz ki Arık hem entelektüeller arasında hem de gençler arasında oldukça yer etmiş birisi. Ancak, Hilmi Ziya Ülken’den Baltacıoğlu’na, Tevfik İleri’den Aziz Nesin’e kadar Arık’ın sadece milliyetçi isimler nezdinde değil farklı cephelerden isimler nezdinde de sevilen-sayılan bir isim olduğunu da eklemek istiyorum.
Arık’ta köy vurgusunun önemli olduğunu görüyoruz. Bunu neye dayandırırsınız?
Köyün seçiminde maddi ve manevi temeller var diyebiliriz. Bakıldığında 1917’den 1950’lere ülkenin %75’i köylerde yaşıyor. Kent henüz 1980’lerin ortasında köy nüfusunu geride bıraktı. Nüfusun yanında, 2000’de dahi ülkenin 1/3 ü geçimini tarımdan sağlıyor. O yıllara kadar tarım demek neredeyse köy demek zaten. Arık için bir de bunların yanında Batılılaşma maceramızda ülkenin kültürel değerlerini muhafaza etmesinde köylerin büyük önemi var. Değerlerimizi korumayı köylü bir millet olmamıza bağlıyor. Bu açılardan Arık için nüfus, üretim gibi maddi temellerin yanında geleneği muhafaza noktasında da köy kilit bir öneme sahiptir diyebiliriz.
Partinin adını neden Türkiye Köylü Partisi? Türkiye Köylü Partisi’ni önemli kılan nedir?
Arık bazı metinlerinde ve meclis konuşmalarında ülkeyi bir piramite benzetir. Köy bu piramitin tabanıdır ve ucu ise şehirdir. Ancak %15’ini oluşturan şehir için ülkenin kaynaklarının harcandığını ve köyün ihmal edildiği görüşündedir. Türkiye Köylü Partisi de bu sebeple köyü temel alan bir partidir. Yukarıda bahsettiğimiz nüfus, üretim gibi açılardan da köye, tarıma yönelik politikalar oldukça önemlidir.
Türkiye Köylü Partisi 1952’de kuruluyor, Arık’ın ölümünden sonra 1958’de Cumhuriyetçi Millet Partisi ile birleşip Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi oluyor. Bu parti bildiğiniz gibi Alparslan Türkeş ve arkadaşlarının dahil olması sonrasında 1969’da adını Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştiriyor. MHP çevrelerinde Arık bilinen bir isimdir.
Partiye gelecek olursak partinin seçimlerde önemli bir varlık gösterdiğini söyleyemeyiz. Ancak programını incelediğimde oldukça özgün noktalar fark ettim. Bize Anayasa Hukuku derslerimizde yürütmeyi dengeleyici kurumların 1950’lerin ikinci yarısında gündeme geldiği ve 1961 Anayasası ile hayata geçirildiği söylenir. Ancak bunların hepsi 1952’de kurulan Türkiye Köylü Partisi’nin programında vardır. Anayasa Mahkemesi, çift meclisli yapı, kuvvetler ayrılığı vurgusunun yanında Vakıflar Bankasının kurulması gibi talep ve önerileri ilerleyen yıllarda hayata geçmiştir. Parti bu önerileriyle bugün anılmayı hak etmektedir.
Son olarak sizin ilave etmek istediğiniz hususlar nelerdir?
Remzi Oğuz Arık’ın evrakı arasından ilk defa yayımlanan belgelerle birlikte bazı Kazı Defterleri Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Enstitüsü tarafından geçtiğimiz yıl yayımlandı. Arık’ın arkeoloji alanındaki çalışmaları ve önemi tekrar hatırlanacak gözüküyor.
Ayrıca, Remzi Oğuz Bey’in iki oğlu var. Geçtiğimiz aylarda büyük oğlu Prof. Dr. Mehmet Oluş Arık ve eşi Prof. Dr. Rüçhan Arık Hocalarımı ziyaret ettim. İkisi de sanat tarihi alanının Türkiye’de önemli isimlerindendir. Küçük oğlu Prof. Dr. İsmail Alev Arık Bey ise İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü’nde öğretim üyeliği ve Bölüm Başkanlığı yapmış bir isimdir. Tez sürecinde danışmanım Prof. Dr. İsmail Coşkun ile kendisini ziyaret etmiştik. Remzi Oğuz Arık’ın arkasında iki kıymetli evladının yanında, Türkiye’nin meselelerini dert edinen insanlara çözüm yolları gösteren fikirler ve eserler bıraktığı kanaatindeyim. Bugün de ülkemiz için kısır tartışmalardan çıkıp, Türkiye’yi benimseyen ve bu memleketin hayat şartlarını iyileştirmek için çaba sarf eden bir anlayış gerekiyor.
İlginiz için teşekkür ediyorum.
Ben de teşekkür ediyorum İbrahim Ethem Bey.
İbrahim Ethem Gören. Yazı No: 502