İnkılap Tarihi dersleri maalesef tam bir aptallaştırma makinası. Halkımızın zekâsıyla alay edilmekte ve pırıl pırıl dimağlar bu aptallaştırıcı söylemle sözüm ona ‘eğitilmektedir’. Aslında beyinleri küçük yaştan itibaren itinayla yıkanmakta ve tarihî hadiseleri başka türlü tasavvur etmesine imkân bırakılmamaktadır.
Harf İnkılabı’na gerekçe olarak sunulan bahaneler bu dayatmanın istisnası değil. Güya Arap/İslam harflerinin okunması ve yazılması zormuş… Elifba Türkçenin bünyesine uygun değilmiş… Harf İnkılabını millet kolayca okusun yazsın diye yapmışlar...
Bu bahanelere ancak gülünür ama bunlar 95 yıl boyunca o kadar şiddetle zihinlere şırınga edilmektedir ki, çocuklarımız başka türlü düşünemeyen birer aptal kutusuna dönüştürülmekte.
Harf İnkılabı lehine ileri sürülegelen iddia veya bahaneleri kimlerin nasıl dile getirdiğini görmek için bir taramaya girişelim.
Harf İnkılabı’nın okuma ve yazmayı kolaylaştıracağı gerekçesiyle yapıldığını söyleyenlerin başında inkılabın yalnız pratisyeni değil, “teorisyeni” de olan Gazi Mustafa Kemal gelmektedir. Kanunun çıktığı 1 Kasım 1928 tarihli Meclis açış konuşmasında şunları iddia etmiştir:
“Her şeyden önce büyük Türk milletine, onun bütün emeklerini verimsiz duruma sokan zor yolun dışında kolay bir okuma yazma anahtarı vermek gereklidir. Büyük Türk milleti, bilgisizlikten, az emekle kısa yoldan ancak kendi güzel ve asil diline kolay uyan bir araçla kurtulabilir. Bu okuma yazma anahtarı ancak Lâtin aslından alınan Türk alfabesidir. Basit bir deney Latin aslına göre hazırlanmış Türk harflerinin, Türk diline ne kadar uygun olduğunu, şehirde ve köyde yaşı ilerlemiş Türk vatandaşlarının ne kadar kolay okuyup yazdıklarını güneş gibi ortaya çıkarmıştır.”
Latin harfleri aydınlığı, Arap harfleri karanlığı temsil etmektedir bu söyleme göre.
Daha aynı gün Meclis Başkanı Kâzım (Özalp) kürsüden yeni alfabe için hükümetin tasarısının hazır olduğunu söyler. Hemen geçici bir komisyon seçilir. Komisyonun tasarıyı okuması hatta önceden hazırlanmış tutanağını imzalaması 20 dk sürer. 16.30’da Genel Kurul yeniden toplanır. Komisyon tasarının aynen kabul edildiği belirtir ve 17.00’de 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanun “Türk devrim mevzuatı” arasında yerini alır.
Bir milletin kütüphanesi 30 dakikada tuğla yığınına dönüştürülürken alimler cahillerle eşitlenmiş, Osmanlının dişini tırnağına takarak yetiştirdiği aydın tabakanın kaderi yeni rejimin insafına terk edilmiştir. Mesela Bursa’da Mısrî dergâhı sabık postnişini, 3 dil bilen ve çoğu Bursa tarihi hakkında olmak üzere 30 kitap kaleme almış bulunan alim Mehmed Şemseddin (Ulusoy) çoluk çocukla beraber yeniden okula giderek ‘okur yazar olduğunu’ ispat edebileceği bir diploma almak mecburiyetinde kalacaktır.
Gazi 1928 Ağustosunda Sarayburnu’nda yaptığı konuşmada 1 veya en geç 2 sene içinde herkesin okuma yazma öğreneceğini söylemiştir ya, bunun gerçekleşip gerçekleşmediği sorgulanmaz ve Latin aslından Türk alfabesi alınır alınmaz okuryazarlığın bir yangın gibi toplumun çeperlerini sardığı zannedilir. Sanki bir sihirli değnek değmiştir de bir anda aydınlatıvermiştir dört bir yanımızı.
Tabii ki bunların hepsi birer propaganda eseridir ve tekrarlana tekrarlana gerçekmiş gibi algılanmıştır.
Aşağıda şu iki tezi savunacağız:
1) Harf İnkılabı okuma-yazma kolaylaşsın ve yaygınlaşsın diye yapılmamıştır.
2) Harf İnkılabından sonra okuryazarlık zannedildiği gibi hızlı bir şekilde artmamıştır.
Asıl maksat İslamdan kopmaktı
Harf İnkılabı’nın okuma-yazma kolaylaşsın diye yapılmadığını bizzat inkılabı yapan hükümetin başbakanı İsmet İnönü yazmaktadır. Söylediği aynen şudur:
“Harf İnkılabı bir okuma yazma kolaylığına bağlanamaz. (…) Harf İnkılabının bizde tesiri ve büyük faydası, kültür değişmesini kolaylaştırmasıdır. (Harf İnkılabını yapınca) İster istemez Arap kültüründen koptuk.” (Hatıralar, Bilgi: 2009, s. 485.)
Harf İnkılabının Türkiye’de kültür değişmesini, İnönü’nün ‘Arap’ dediği ‘İslam’ kültür âleminden kopmayı amaçladığının bu açık itirafı karşısında başka söze hacet yok ama devrin dalkavuk ulemasından İbrahim Necmi Dilmen’in 1934 yılı Cumhuriyet Almanağı’na yazdığı şu satırlar ibretle okunmaya değer:
“Büyük şefin yüksek hamlelerinden biri ile tahakkuk eden harf inkılabı, Türk millî bünyesinin içine karıştırılmış olan Şark ve İslâm varlıklarının bağını kırmıştır. Arap harflerinin kelimeyi klişeleştiren, fakat okumayı güçleştiren yazı şekli ortadan kalkarken bütün bir zihniyetin de iflâsı ilan edilmiştir. Latin kökünden gelen yeni Türk harfleriyle Türk milleti, bütün dünyaya kendisinin Avrupalı medeniyeti benimsemiş bir Avrupa milleti, bir ileri millet olduğunu inkâr edilemez bir delil ile göstermiş oldu.”
Nitekim 27 Ağustos 1928’de Burhan Cahid (Morkaya) İkdam’daki yazısında Latin harflerinin kabulüne ahbabı olan bir Ermeni iş adamının ne kadar sevindiğini anlatmakla meşguldü. Şöyle yazmıştı: “Demir ve çelik üzerine iş yapan Ermeni ahbabımız bu yazıdan pek memnundu.”
Cumhuriyetin 10. Yıl Kutlamaları çerçevesinde 1933 yılında devletin çıkardığı bir kitaptan da bahsetmemiz lazım. Adı: Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne. Nasıldı? Nasıl Oldu? Kitapta 4 maddede Arap harflerinin neden kaldırıldığı ve Latin harflerinin neden benimsendiği anlatılır. En önemli 2 gerekçe şunlardı:
“(Arap harfleri) Bizi teokrasinin (yani şeriatın) külliyatına ve fikir yeraltlarına doğru sürüklüyordu. Yabancıların dilimizi öğrenmelerini ve bizi tanımalarını adeta imkânsız kılıyordu. Ekalliyetler (azınlıklar) dahil.”
Kitabın 35. sayfasında yeni harflerin kolay öğrenilip modern basım tekniğinin yollarını açtığı belirtildikten sonra ilk alıntının tersine şu noktalar üzerinde durulmuştur:
“(Harf İnkılabı) Bizi teokratik külliyatından (dinî eserler) ve fikir yeraltlarından bir darbede ayırmıştır. GERİYE DOĞRU UZANAN KÖPRÜYÜ DİNAMİTLEYİP ATMIŞTIR. Yabancıların dilimizi kolayca öğrenmelerini ve ekalliyetlerin millet bünyemize girmelerini kolaylaştırmıştır.”
Resmi bir yayında ağızdan kaçmışsa bir laf, mutlaka nazar-ı dikkate alınmalıdır. İşte son cümlede sadede gelinmiş ve Harf İnkılabı’nın bizi temel dinî eserlerden ve yeraltından akıp gelen bin yıllık İslamî fikir damarlarından bir darbede ayırdığı, üstelik yabancıların dilimizi kolayca öğrenip azınlıkların millî bünyeye katılmalarını kolaylaştırdığı itiraf edilmiştir.
Prof. Dr. Mete Tunçay meselenin kaçamak bahanelerle üzeri örtülmek istenen bam teline aşağıdaki sözlerle dokunur:
“II. Abdülhamid zamanındaki maarif (eğitim) ıslahatı temposu sürdürülebilseydi harf değişikliği olmadan da, hatta daha büyük bir okuryazarlık oranına erişilebileceği sayısal olarak gösterilebilir.” (TC’nde Tek Parti Yönetimi’nin Kuruluşu, 1999, s. 232.)
Neşe Düzel’in kendisiyle yaptığı bir röportajda söyledikleri de mühim Tunçay’ın:
- “Sizce niye alfabe değişikliği en önemli devrim?
- Çünkü dinle dil arasında değil ama dinle yazı arasında garip bir ilişki var. Müslüman olmakla Arap harflerini kullanmak arasında doğrudan bağ var ve bizim devrim bu bağı kırdı.
- Bunu bilinçli mi yaptı?
- Bilinçli yaptı. Tarık b. Ziyad'ın geri dönülmesin diye gemileri yakma hadisesidir bu. Latin alfabesi dinle ilişkili olarak getirildi.”
Nasıl İsviçre’den Medeni Hukuk’u olduğu gibi alırken Hıristiyan azınlıklar Müslüman çoğunluğun hukukuna (Şer’î hukuka) tabi olmasın diye Müslüman çoğunluk Hıristiyan azınlığın hukukuna tabi kılındıysa, Latin alfabesini bilen Hıristiyan-Yahudi azınlığın Müslüman çoğunluğa intibak ettirilebilmesi için de Müslüman çoğunluğun okuryazarlığı sıfırlanarak Yahudi-Hıristiyan azınlığın zaten bildiği Latin alfabesine intikal ettirilmiştir. En basit ifadesiyle bu, ‘Azınlık çoğunluğa uymuyorsa çoğunluk azınlığa uysun’dur.
Gizli ajandaları neydi?
Türkiye’de yapılan inkılapların mantığı esasen buydu ama milleti aptal yerine koyarcasına ‘Arap/İslam alfabesi zordu’, ‘Kıyafetimiz derme çatmaydı’, ‘Mecelle çağın ihtiyaçlarına uygun değildi’ gibi ucuz bahanelere sığınılmıştı.
Açıkça söyleseydiniz ya gayenizi: Biz, deseydiniz, kendisiyle savaştığımız Avrupalılar (Batılılar) gibi olmak için yapıyoruz inkılapları, Batılı olmak için şapka yüzünden İskilipli Atıf Hocayı astık, buna direndiği için Bediüzzaman’a tecrit uygulayıp hapishanelerde ömrünü çürüttük, Batılı olmamıza engel olan Arap harflerini kaldırdık… Erkekçe ortaya koymuyorlar niyetlerini de süfli paravanların arkasına sığınarak çamur atıyorlar.
İkinci iddiamıza geçebiliriz artık:
İddiam şuydu: Harf İnkılabından sonra okuryazarlık zannedildiği kadar hızlı bir artış göstermemiştir. Şimdi delilleri ortaya koyalım.
İlk olarak kaba bir istatistik bilgisi. 1981 yılı Türkiye İstatistik Yıllığı’ndan 1927-51 dönemindeki okur-yazar oranlarını görelim:
1927 %10,7; 1936 %19,2; 1941 %22,4; 1946 %29; 1951 %33,6.
Bu resmi istatistiğe göre Türkiye’de Harf İnkılabından bir yıl önce okur-yazar oranımız %11’e yakındır. Nüfustaki gelişme ve savaş sonrasındaki toparlanma hızını dikkate alarak 5 yıl sonra bu rakamın %12 civarına ulaştığını kabul ediyor uzmanlar. Ancak bir dakika: 1927’de 10,7 iken tam 9 yıl sonra okur-yazar oranı rakamının sadece 8,5 puan (yılda 1,2 puana yakın) yükselmiş olması ne demektir? Koparılan kıyamet 9 yılda 8,5 puan yükselme için miydi? diye düşünmeden edemiyor insan. Hani milyonlar okur-yazar olmaya koşmuş, sular seller gibi okuyup yazmaya başlamıştık? Netice ne? Onu söyleyin siz bize.
Milli felaket
Harf İnkılabı yapılmasaydı da biz elifbe ile devam etseydik ve o sırada yaklaşık %12 olan okur-yazar oranını her yıl sadece 1’er puan artırabilseydik, 1936’da okur-yazar oranımız kaça yükselecekti? Parmak hesabıyla 8 yılda 8 puan yükselecek ve %20’ye çıkacaktı, değil mi? Peki gerçekleşen ne oldu? Sadece %19,2!
Osmanlıca öğretimin normal gelişmesine devam etseydi ulaşacağı noktaya bin yıllık kültürün ürünlerini “tuğla yığını”na çevirerek, Arap/İslam harflerini yasaklayarak ve insanları babalarının mezar taşını okuyamayacak duruma getirerek ulaşamıyorsunuz bile ve bunu kalkıp görülmemiş başarı diye alkışlatıyorsunuz.
Kaba istatistik sonuçları bunlar, dedik ama rakamları kalite yönüne doğru sürersek ortaya daha vahim manzaralar çıkacaktır. TBMM hükümetinin ilk Eğitim Bakanı Dr. Rıza Nur’un hatıratındaki şu sözleri üzerinde düşünmeye değer:
“İstanbul’dan biri geldi. Türkiye’de yılda ancak 25 eser basılıyormuş. Yeni yazı ile gazetelerden her gün bir miktar daha az nüsha satılıyormuş. Bu hal bu yazının fiyaskosuna maddî delildir. Paris Osmanlı Bankası sirküleri yazı hakkında Türkiye’nin resmi istatistiğini neşretti. Bu kadar seferberlik, millet mektepleri, masraf, jandarma ile mekteplere sokmalara rağmen üç yılda ancak 1 milyon 200 bin kişiye yazı öğretebilmişler. Halbuki eski yazı ile okuyup yazma bilenler 900 bin kadarmış. Demek netice hiçtir. Hem de öğrenenler heceleme halinde iptidai (ilkel) imişler. Bu yazı işi millî, büyük bir felaket olmuştur.”
Mason Prof. Dr. Enver Ziya Karal ise 1958 yılında yüzü kızarmadan Stalin propagandasını hatırlatan satırları yazabiliyordu:
“Türkiye’nin bütün şehir, kasaba ve köylerinde halk yeni harfleri öğrenmek için işe koyuldu. Her nesilden, her yaştan vatandaşlarımız alfabenin öğretilmesi için açılan millet mekteplerine doldular. Bir aralık Türkiye, dünyada misli görülmemiş büyük bir okul haline geldi.”
1929 yılında The Times gazetesinde çıkan bir haberle yazıyı noktalayalım:
“Türkiye’de milletvekilleri okula başladı!”
Bir milletin intiharı bundan güzel ifade edilemezdi doğrusu.