Antakya'nın hâmisi M. Serkan Sincan Baba ile içinden deprem geçen bir mülakat

Abone Ol

Mehmet Serkan Sincan’ı ‘Asrın Felâketi’nin hemen akabinde birinci faz iyilik sağlık hizmetlerimizi gerçekleştirmek üzere gittiğimiz Hatay’da, Antakya’da karanlık bir gecede tanıdım. Evet, karanlık, oldukça karanlık bir geceydi. ‘Eski Antakya’da, dünyanın ışıklandırılan ilk caddesinin, Kurtuluş Caddesi’nin baş tarafında yaktığı semaver sobasında bir yandan ısınıyor, bir yandan çay içiyordu. Kendisine Sırlı Süleyman Efendi’yle birlikte selâm verdik, buyur etti, çayını içtik. Depremi, Antakya’yı fani dünyayı, öteleri, ötelerin ötesini, komşusu Habîb-i Neccâr Hazretleri’ni konuştuk. Ezcümle gördük ki, içinden sanat ve estetik geçen eskileri alıp satan M. Serkan Sincan Baba’nın gözü ve gönlü sadece ebedî âlemde geçer akçelere endeksli… 

Depremin üzerinden dört hafta geçtikten sonra bu kez ikinci faz iyilik sağlık hizmeti için tekrar Hatay’daydık. Bu kez Antakya’nın hâmisi, M. Serkan Sincan Baba ile birlikte Sırlı Süleyman Efendi’nin vatani hizmetini ifa ettiği Arsuz’a gittik, çayını, çorbasını içtik, anne babasının ellerini öptük, misafirleri olduk. Ve böylelikle okumakta olduğumuz mülakat ortaya çıktı.

Ne güzel bir meslek. Depremi Antakya'da yaşadınız. 6 Şubat sabahı neler oldu, neler gördünüz?

Depremden 15 gün öncesine kadar 04:00 sularında uyanmaya başladım. 6 Şubat Pazartesi günü de dolayısıyla ayaktaydım. Sonra sallanmaya başladık. 

Neler yaptınız?

Önce kendimi güvenli bölgeye attım. Sallanma hiçdurmadı, akabinde sesler duyulmaya başladı. Yıkımlar ve çığlıklar başladı. Çığlıklar, çığlıklar, çığlıklar… Kulağımdan hiçgitmiyor. Önce komşu bir binamız yan yattı, karşı binalar yıkıldı. Dostlarımız garik-i rahmet oldu. O esnada komşularım “Serkan Serkan !” haykırışlarıyla beni imdada çağırdı. 90 saniye sonra zelzele bitti. Tüm anlattıklarım 90 saniye içinde olup biten vakıalar. 

Aileniz?

“Anne!” dedim, “Serkan” dedi, “baba!” dedim cevap gelmedi. Annemi kurtarmaya gittiğimde üzerine dolabın devrildiğini gördüm. O esnada yan komşunun duvarıyla bizim bina bitişik oldu. 

Annemi aldım,  güvenli bölgeye taşırken babam ortaya çıktı. Alnından kan akıyordu, “iyiyim, merak etme” dedi. Komşunun patlayan duvarından çıkarak evimizin salonuna geçtik. Güvenli bölgemiz orasıydı. O sırada dışarıyı görmeye başladık. Müthiş bir yağmura çığlık sesleri eşlik ediyordu. Sonra da Emine ablayı ve oğlunu dışarıda gördüm. Çığlık çığlığa bağırarak engelli kızını kurtarmaya çalışıyordu. Evladımızın bedeninin yarısı enkaz altındaydı. “Serkan, gel!” dedi. “Anne ben gidiyorum” dedim. Annem “bir yere gitme, ayağım sakat, beni yalnız bırakma” dedi. Annemi sakinleştirdikten sonra alt komşum Gönül teyzenin “Serkan, kapıyı açamıyorum” sesleri geldi. Diğer komşulardan da imdat çığlıkları yükseldi. Annemin durumunun nisbeten stabil olduğunu gördükten sonra “anne gidiyorum” deyip aşağıya indim. Gönül teyzeye “bekle, geliyorum” dedim. Aşağıya; Emine ablanın yanına indim. 

Kızı ne durumdaydı?

Kızı çıkartmak ne mümkün! O arada tekrar yukarıya çıkarak Gönül teyzenin yanına vardım. 

Kapıyı açamıyordu…

Evet, açamamış, Allah ne verdiyse yüklenip ayaklarıma kuvvet, kapıyı kırıp açılmasını sağladım. Emine ablaya, “Bir yere çıkma, yardım bekleyeceğiz, lütfen sakin ol” dedim. Tekrar annemin yanına çıktım. 

O esnada saat kaç?

Saat 12.00 oldu. Babam aşağıya, arabaya inmek istedi. Birlikte indik, alt daireden Murat komşumuzun eşi Zeynep hanımın, “Serkan, AFAD uyarı yaptı, büyük bir deprem daha geliyormuş.” Kelâmını işitince “inme zamanı” dedim. Annemi üçüncü kattan sırtlayarak aşağıya indirdim. Daha sonra komşulara yardıma koştum. 

Yalnız mıydınız?

Başka gelenler de oldu. Engelli kızımızı enkazın altından biiznillah “Ya Allah, ya Allah” diye diye çıkarttık. Sonra yan komşuları evlerinden aşağıya indirdik. Arabada beklediğimiz esnada Zeynep hanımın bahsettiği ikinci büyük deprem geldi.  Sonrasında kaos var. Trafik tıkandı. Geceyi mahallede, arabamızın içinde geçirdik. 

Sonraki günler nasıl geçti?

İkinci günün sabahı amcalarımın Vali Göbeği parkında konuşlandığını gördük. Kendilerine bir yer bulmuşlar. Oraya sığındık, yedik içtik. 

Anneniz…

Hastaneler yıkılmış. Annemi tedavi ettiremiyoruz. Ömer Sincan amcamla buluşup yanımıza çağırdık. Yengemin, 85 yaşında yatak hastası annesini de getirdik. Ve telefon açıp kardeşim Kaan’ı ve eniştem Mahmut Denk’i çağırıp annemi onlara teslim ettim. 

Antakya’da durum!

Kaos… Antakya’da ömrümde, hayatımda görmediğim kadar büyük bir kaos ve keşmekeş vardı. Herkes şehirden kaçmaya çalışıyordu. Trafik kilitlenmişti. -Kardeşim ve eniştemle buluşmamız, Antakya’da olmalarına rağmen iki saati buldu. Sonrasında onları annemle birlikte yolcu ettik.-

Daha sonra…

Daha sonra dükkânıma doğru gitmeye başladım. Yıkıntılar arasında ilerleyip giderken kadim Antakya’nın yıkıldığını, tabiri caizse yerle bir olduğunu gördüm. Çocukluğumun geçtiği Atatürk caddesindeki yıkıntıları görmek beni bir hayli üzdü. Yıkıntı diyorsam, bütün binaların tamamen yerle bir olduğundan bahsediyorum. Hatay’ın ilk meclisi, Meclis Binası’nın, Adalet Konağı’nın yıkıldığını gördüm. Sonra, Hatay Büyükşehir Belediyesi’nin yeni binasının yıkıldığını; eski binasının da ağır hasar aldığını gördüm. Hemen yanındaki tarihi Ziraat Bankası binasının yıkıldığını gördüm. 

Her taraf yıkılmış. 

Evet, maalesef… Tarihi Roma köprüsünün yerine inşa edilen yeni köprünün asfaltları kalkmış döşemelerinin arasından geçip giderken geçerken esas felaket o zaman başladı. Çünkü Ulu Cami’nin yıkıldığını gördüm. Minarelerin yıkıldığını görünce büyük bir olayın olduğunu düşündüm. Bilahare Saray Caddesi’ne yöneldim. Orası komple yıkıldığı için oradan geçemedim.  Asi nehrinin kenarından devam ederek vilayet binasına doğru yürüdüm. 

Asi nehrinin sağında ve solunda uzayıp giden caddelerde ve bunların paralelindeki tüm sokak ve caddelerde çok büyük yıkım söz konusu…

Maalesef… Asi kıyılarından hüzünlü bir gönülle geçerken Valilik binasının ve karşısındaki Ata Koleji’nin ağır hasarlı olduğunu gördüm. Sonra baktım ki Türk Ortodoks Kilisesi’nin binası da tamamen yıkılmış. Abdülhamid Han’ın 1900 yılındaki büyük yangından sonra ihyaen yardım edip ayağa kaldırdığı Türk Ortodoks Kilise binasının yıkılarak, çanlarının yere düştüğünü gördüm. Oradan yukarıya doğru; dükkânıma yöneldim. Eski Antakya bölgesindeki tarihi evlerin enkaza döndüğünü görünce yolumu değiştirdim. Bu kez Protestan Kilisesi önüne geldi. Orası tamamın yıkılmıştı. Enkazlarına üzerin geçerek Kışla Saray mahallesindeki İkinci Hudut Alayı’nın önüne geldikten sonra “Serkan, artık dükkânın yok,” dedim. Hayret! Baktım ki bina dimdik ayakta elhamdülillah. 

“Ya Allah, Bismillah!”

“Ya Allah, Bismillah!” diyerek dükkânımı açtım. Patlayanların, çatlayanların, dökülenlerin dışında binamız ayaktaydı.  Konağımızın üst katının duvarlarının patladığını gördük. İçeriye girdik. Kapı açılmıyordu, her şey yerle bir olmuştu. Burada en sevdiğim, gastronomi, (cam oda) dediğim odamın tamamen enkaza dönüştüğünü ve yan duvarının yıkıldığını gördüm. Bunun sebebi 50 yıl önce inşa edilen Madam Konağı’nın yerine yapılan apartmanın bize bitişik nizam yapılmasına müsaade eden zamanın belediye başkanı ve imar müdürüdür. Az kalsın konağımız yok olacaktı!

Hemen bayrağımızı bularak dükkânımıza astık. İkinci gün asker sokaklardaydı. İlk gün sadece gönüllüler vardı. O gün AFAD’, AHBAB’ı Antakya’da görmedim. AFAD’ı üçüncü gün gördüm. JAK geldi, PAK geldi. 3. günden itibaren Kocaeli, Sakarya, Afyon büyükşehir belediyelerinin arama-kurtarma ekiplerini gördüm. İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni ve İBB’yi gördüm. Adana Büyükşehir Belediyesi’ni gördüm. 5. Gün çok önce gelmesi gereken Soma ve Zonguldak madencilerini gördüm.

Üçüncü gün itibarıyla ben annemleri Arsuz’a bırakınca yakın arkadaşlarım Murat Ali Yapar ve Alev Sefa Yapar’ın Atatürk Caddesi’ndeki yıkılan enkazın içinde arama kurtarma çalışmalarına başladım. Hiçkimseyi bulamıyorduk. Cadde komple yıkılmıştı. Ekipleri bulmak mümkün değildi. 3. günün sonunda köpekli bir İngiliz arama kurtarma ekibini durdurduk. Enkaza girip baktılar, köpekler iz buldu, işaret aldılar. Buldular, lakin “biz, sıfır riskle çalışırız, siz de içeriye girmeyin, yarın geliriz” dedikten sonra ayrıldılar ve bir daha gelmediler. 

Siz ne yaptınız?

Mücadele, mücadele… Bir sonuçyok. Altıncı gün mucizevî bir şekilde ‘Yaparlar’ın enkaz altında bulunduğu apartmana çok yakın bir enkazdan JAK ekipleri ard arda dört canlı çakırınca umudumuz arttı. Biz de hemen JAK komutanına yapıştık, bizim enkaza götürdük. Levent isimli Komutan “söz geleceğiz” dedi. Arkadaşlarımızın izlerini üçüncü gün bulmuştuk. Lakin yedinci güne gelmişti. Kazakistanlı Hüseyin komutan ve köpekli askeri ekibi yardıma geldiler. Kendilerinden rica ettim, köpekleriyle birlikte geldiler. Enkaza geçtik. Köpekleri hemen yeri buldu. Kepçe kazmaya devam ederken, yan daireden yaşam belirtisi gelince bu kez Zonguldak maden işçilerinin vincini bulduk. Vinci getirirken ilk kötü haberi aldık. Lakin Murat arkadaşım bana sarıldı “gerek kalmadı, babamın cesedini bulduk” dedi. Cesetleri enkazın altından parçalanmadan tek vücut halinde çıkardık. 

Ne durumdaydılar!

Fena, çok fena… Durum şöyleydi: Başlarına darbe almışlardı, şişmişlerdi, çok, çok kötü bir ölümdü. Allah’ım hiçkimseye böyle bir ölüm nasip etme. 

Âmin…

Sonra cesetleri aşağıya indirdik. İlk defa bir cenaze arabası buldum. İlk defa sahada 7. Günde Hatay Büyükşehir Belediyesi’nin bir personelini gördüm. Cenaze arabasıydı bu.

Sonra…

Sonra, cenazenin defnedileceği yeri öğrendim. Yürüyerek gidiyorum. OHAL görevlileri önümü kesti. 

Neden?

Benden şüphelenmişler! Cenaze namazına giderken sorguya alındım, 30 dakika boyunca beni bırakmadılar. 

Sebep?

Enkazdan çıkarttığım Alev hanımın pasaportu ile çocukları Zeynep ve İsmet’in fotoğraflarını gördüklerinde suçlu sanıldım. Esnafım çakım var, saatim var antika. Küçük bir antika bıçağım var. Beni suçlu sandılar, az kalsın “yağmacı” muamelesi yapacaklardı. O esnada mavi bereli üçkomando geldi. İçlerinden biri “bu adamı niye tutuyorsunuz?” dedi. Diğeri, 'yok, yok” dedi, sorgu devam etti. İlk başta gelen iki sivil polisten biri bana kötü kötü bakmaya başladı. Darp edileceğimi hissettim. Sigara içmek istedim, “içbakalım” dedi. 

Yarım saatin sonunda “nihayet” masum olduğumu kanıtladım. 

Cenaze ne oldu?

Yetişemedim maalesef, o esnada defin işlemleri yapılmış. Sonra evime gittim. Evimden birkaçparça çamaşır alarak dükkânıma döndüm.  

3. gün.

Hatay’da, elektrik, su yok.

Hatay’da, elektrik, su yok. 47’inci Komando Taburu depremin üçüncü gününden itibaren Kurtuluş Caddesi’nde, dükkânımızın hemen yanında üst kurdular. Depremin ardından 56 gün geçti. Hâlâburadalar, birlikte bekliyoruz!

8. gün.

8. günde dükkânımı temizledim. 

9. gün.

9. gün Cüneyt Özdemir beyefendiyle karşılaştım. Kayıt aldı, gördüklerimi, yaşadıklarımı anlattım: “Devlet burada, asker burada, salgın hastalık yok” dedim. Mülakatın tamamını kesmeden yayınladı.

20. gün.

20. günde yan tarafımızda olan baz istasyonu vesilesiyle –geride kalan 20 günde jeneratörle aydınlatmakta olduğumuz- binamıza elektrik verdiler. Bu arada ben elektrik dağıtımcıları ile ilgili görevlileri buldum. “Bana da elektrik verin” dedim, kontrolden sonra verildi. 

21. gün: “Keşke burada olsaydın!”

21. gün dükkânımın üst katında enkaza dönen odada kasetlerimi toplarken enkazdan kasetlerimi toplarken Pink Floyd’un kasedini buldum. Alt kata indim. Ve tam teybi çalıştırırken iki kişi geldi. Bunlardan birinin Polonyalı olduğunu öğrendim, eski turizmci olmam hasebiyle sıcak karşıladım. Konuştuk, gazetecilermiş, mülakat yaptık. Pink Floydu koydum, ‘play’ düğmesine bastım. Sonrasını bilenler bilir. Bilmeyenler için arz edeyim: “Wish You Were Here” Pink Floyd’un bir nevi başyapıtı. Ne diyelim “Keşke burada olsaydın!”

Polonyalı gazeteci misafirlerim bu arada Twitter paylaşımı yaptı. Kısa sürede “viral” olmuşum! Haddizatında ömrüm boyunca hiçTwitter kullanmadım ve kullanmayacağım da!

Depremzedelere hangi hizmetleri verdiniz?

Hep sahada bulunduk, elimizde, avucumuzda ne varsa paylaştık. Hizmet ettik, bu bizim insanlık borcumuzdu sadece. Hizmet ettik, rehberlik ettik.

Antakya'da hemen her bina ya yıkıldı ya da ağır hasar gördü. Geride kalan 56 günde yaralar ne kadar sarıldı?

Antakya’da maalesef kaybımız çok fazla.  15’inci günden sonra arama kurtarma çalışmaları tamamlandı, enkaz kaldırmalar başladı.  

Devletimizin tüm kurumları, belediyeler burada. STK’lar ve gönüllüler, özellikle gönüllüler burada. Gönüllüler ikinci günden itibaren yeme, içme, barınma, çardır, ulaşım vb. konularda el birliğiyle yardım yaptılar. 

Şu anda sahada özellikle DSİ’yi görüyoruz ve Kara Yolları’nı görüyoruz. Belediye ekiplerini de görüyoruz. Gördüğüm kadarıyla ilk kaldırılan bizim mahalle, Akevler Mahallesi…. Cumhuriyet, Fatih, Atatürk ve Cebrail mahallelerinin de enkazları kaldırıldı büyük ölçüde.  El’an, enkaz kaldırma çalışmaları tamamlanmak üzere. Kurtuluş caddesinde yol açıldı, enkaz henüz kaldırılmadı. Acilen kaldırılmasını bekliyoruz.

Âfetzedeler şu anda ne durumda?

Bir defa hemen herkes korkarak şehir dışına kaçtı, Antakya’yı terk etti. Ben ve benim gibi yüzlerce, maalesef binlerce diyemeyeyim kişi burada kalarak ezana, bayrağa ve toprağa sahip çıkmaya çalıştı. Fakat bunu net olarak söyleyebilirim ki maalesef ilk gündeki kaçıştan sonra Atatürk’ün “benim şahsi meselem” dediği Hatay işgale açık hale geldi. İkinci gün 5 bin, ardından 5 bin ve sonra da 5 bin asker geldi. Böylelikle toprağımızı koruduk. 

Hatay’da kalan depremzedeler çadır ve koyteynır kentlerde barınıyor. Her türkü ihtiyaçlarını devletimiz karşılıyor. 

Hâlihazırda ne gibi iyileştirmeler yapılabilir?

Şu anda bana göre acilen Antakya’da yaşayan depremzedelere acil olarak psikolojik destek verilmelidir. En önemli konu budur. Ramazan akşamlarında hayır işlerinde koştururken gördüğüm manzara şu: İnsanlar hâlâçok korkuyor. Evleri sağlam olanlar, dağ başlarında, sağlam zeminde, sağlam binaları olanlar, tek katlı evde oturanlar dahi çadırda yaşıyor. “Neden” şeklindeki soruma verdikleri cevap “korkuyoruz” oluyor.

Depremde sivil mimari unsurların yanında dini yapılar da hasar gördü. Habib-i Neccar Hazretleri’ne komşusunuz. Deprem sonrasında Habîb-i Neccâr Camii’ne ilk ulaşanlardan birisiniz. Cami ve türbe ne durumda?

Habîb-i Neccâr Camii’miz bizim göz bebeğimiz. Nasıl Yâ-Sîn sûresi Kur’ân-ı Kerîm’in kalbi ise Habîb-i Neccâr Camii de Hatay’ın; Antakya’nın Kurtuluş Caddesi’nin kalbinde, tam ortasındadır. 


Habîb-i Neccâr Camii'nin mahzun alemi!

Antakya halkının pek bilmediği aslında ortada olan üçadet mezar duvarı yıkılıp ortaya çıkmıştı. Bunu görünce “Allahuekber” dedim ve alamet olduğunu hissettim. Sonra cami içine girdim, Hz. İsa’nın havarilerinden Yuhanna ve Pavlus’un türbelerinin olduğu odanın sağlam olduğunu gördüm. Sonra Habîb-i Neccâr Hazretleri’nin ve Üçüncü Havari Şem’un Safa’nın medfun bulundukları türbenin alt bölüme inmek istedim. Enkaz nedeniyle inemedim. Sonrasında içimden bir hisle Antakya’da okunmayan ezan-ı Muhammedî’yi Habîb-i Neccâr Camii’nde deprem sonrasında okuyan ilk kişi oldum çok şükür.

Antakya’nın imam ve müezzinleri nerede?

Onlar maalesef Allah’ın evlerini terk ettikleri için ezan okunmaz olmuştu. Ben de içimden gelen hisle Habîb-i Neccâr Camii’nde ezan okumaya başladım. O gün ilk cemaati kurarak üçkişi namaz kıldık Habîb-i Neccâr’da. Ogün bugündür Antakya’da ezan vakitlerinde biiznillah âvâzımız işitiliyor.

Antakya'da antika ticaretiniz var. Bu bağlamda neler yapıyorsunuz?

Antikacı olacağız inş. Antikacı demek için tecrübe gerekiyor. Antikacı olacağız inşallah. Şu anda eskiciyim. Eski eşyaları alıp satıyorum, özellikle Antakya’nın eski evlerinin kapılarını, taşlarını, sanatsal objelerini (teyp, kaset, plak, eski kitaplar vb.) alıp satıyorum.

Genel anlamda Antakya'da antika ve eski eşya ticaretini değerlendirir misiniz?

Deprem öncesinde -Antakya kadim bir şehir olduğu için- çok fazla eski eşya ve antika eşya vardı. Bu hizmetlerle meşgul olan altı-yedi esnafımız vardı. Bir de eskici pazarımız, nâmıdığer bitpazarımız vardı haftada bir defa kurulan… Bu altı yedi antikacımızdan biri depremde vefât etti. Diğer bir üstadımızın dükkânı enkaz altında kaldı. Diğer birkaçesnafın dükkânı zarar görünce şehri terk ettiler. Şu anda memlekette kalan tek eskici benim. Dolayısıyla tekkeyi bekleyen çorbayı içecek. Ben de bir taraftan tekkeyi beklerken diğer taraftan da çorba içiyorum. Çünkü tek alıcı ve satıcı benim, başka kimse yok. Haricen, kadim şehirde yıkıntılar arasında benim gibi esnaf için inanılmaz derecede zengin ürün yelpazesi var. OHAL’den dolayı izin almakta sorun yaşıyorum. 

Antakya'nın mimari siluetine nazar ettiğinizde neler görüyorsunuz?

Şehrin siluetinde maalesef ki büyük değişiklikler oldu. Çünkü kadim şehir, eski Antakya’da büyük bir yıkım yaşandı. Yeni Antakya’da köprünün karşısında kalan ilk meclis binası yerle bir oldu. Eski Antakya’da evliya mezarlarının bulunduğu Ulu Camii’nin minaresi düştü. Eski Antakya esnafının bulunduğu bölge tamamen yok oldu. Ayrıca kadim Antakya sokaklarında sanat ve zanaat icra eden sanatkârların dükkânları da yerle bir oldu. Arkadaşım Sadi Asfuroğlu’nun tabii cam müzesi, Asfuroğlu Antik Cam Evi de yerle bir oldu maalesef. Müzedeki cam eşyaların, sanat eserlerinin birçoğu enkaz altında kaldı.

-Anadolu’da camın ilk keşfedildiği ve işlendiği yerlerden biri olarak bilinir Antakya. Dolayısıyla camcılık Antakya’da çok önemli bir zanaattır. Öyle ki Antakya’da birbirinden âlâkeyfiyeti hâiz cam objeler üreten gezgin cam atölyelerinden dahi söz edebiliriz.- 

Saray Caddesi’nde bulunan, gastronomi hizmeti veren, mülkiyeti Türk Ortodoks Kilisesi vakfına ait dükkânlar ile birlikte Türk Ortodoks Kilisesi yerle bir oldu, çanı düştü. 1900 yılında Abdülhamid Han’ın gönderdiği beratlara ne oldu? Merak ediyorum. Protestan Kilisesi de yıkıldı. Hâsılı Hatay’ın silueti değişti.

Sizin müessese ne kadar etkilendi?

Bana göre bizim dükkân orta hasarlı. Daha doğrusu ilk depremden az hasarlı çıktık. Hatay Defne’de vuku bulan 6.4 depreminde ise orta hasara dönüştük. Hatay Defne depremi bana göre ilk iki depremden daha şiddetliydi, Allah’tan kısa sürdü. Yoksa inanın bana yerin dibine girebilirdik. Konağımın üst katındaki cam odam çok büyük hasar gördü. Bundan sonra Hatay’da “katremiz” dediğimiz cam kavanozları bulmak çok zorlaşacak. Çünkü eski Antakya evlerindeki cam kavanozların da hepsi gitti! 


Arsuz'da yıkılan bir bana

Âmin. Antakya'nın yeniden ihyasında sanatkârlara hangi görev ve sorumluluklar düşüyor?

Öncelikle mimarlarımıza, taş ustalarına, Ermeni ustalara ihtiyaçvar. Özellikle Vakıflı köyünde ikamet eden, bizim konağı da inşa eden Antakyalı hemşehrilerimiz olan Ermeni taş ustalarını göreve davet ediyorum. Çünkü bu işin ehli, piri, üstadı onlar… Bu şehirde ortak bir hayatı, kültürü yaşıyoruz. Dolayısıyla mutlaka Hatay’ın yeniden inşasında Ermeni-Hristiyan vatandaşlarımızın mimar çocuklarına da görev verilmeli. Bu keyfiyeti Kültür Bakanlığı ve ilgili bakanlıklar değerlendirmelidir. Bunun haricinde de müzisyenlerimize önemli görevler düşüyor ve dahi şairlerimize, ressamlarımıza, mozaik ustalarımıza… 

Sözün bu yerinde Hud Suresi'nin 'emrolunduğun gibi dosdoğru ol`ayet-i kerimesi akıl sahiplerine hangi mesajları veriyor?

Hud Sûresi’nin 112’inci âyet-i kerimesi bizim dükkânımızın, ticaretimizin, hayatımızın ana umdesidir, kapımızın önünde asılıdır. Hedefimiz Cenab-ı Hakk’ın buyruğu istikametinde dosdoğru olabilmektir. Bunun için çabalıyorum. Hayır işlerine koşturarak iyiliklere, güzelliklere vesile olmaya çalışıyorum.

Bence bu âyet-i kerîme şu anda Antakya özelinde şunu anlatıyor. “Ey Antakyalılar siz doğru yaşamıyorsunuz,. Emrettiğim gibi, yaşanmasını tavsiye ettiğim gibi bir hayat yaşamıyorsunuz, doğruluktan ayrılıyorsunuz, ibadethanelerin, ilim, irfan yuvalarının yakınlarına olmayacak işyerleri açıyorsunuz. Hiçolmazsa bundan sonra dosdoğru olmaya çalışın!” 

Hasbihalimize neler ilave etmek istersiniz?

Ben bu şehri terk etmedim?

Niye?

Bu şehri terk etmedim, aslında bir ara niyetine de girdim, depremden önce… Antakya halkından soğudum, arkadaşlarımdan ve memleketimden soğuyarak terk etme kararı almıştım. Çok dua ettim, “Rabbim beni buradan hicret ettir” diye. Fakat hemen akabinde deprem oldu, herkes kaçtı, ben burada kaldım. Kalmaya da devam edeceğim biiznillah. Büyük hayalim, -2010 yılında “ölmek üzere” döndüğüm memleketimi- Hatay’ımı bütün dünyanın ziyaret etmesini sağlayarak kadim şehrimizin dünyaya turizm güneşi olarak doğmasını temin etmektir.

Son olarak okuyucularımız nasıl bir kelâm etmek istersiniz?

“Uyanın” diyorum, “uyanın, uyanın!” Bunlar son işaretler, kıyamet alametleri olabilir. Antakya’nın kıyametin saatinde önemli bir yer vardır. Dini kitaplarda, hadislerde Antakya kıyamet alameti olarak geçer…

Antakya Hz. İsa’nın bir şehridir. Burada izi vardır, dünyanın ilk klisesi Buradadır. Habîb-i Neccâr Hazretleri burada yaşayıp burada cennet-i âlâile müjdelenmiştir. Bu keyfiyeti Yâ-Sîn sûresinde Hakk Teâlâbizlere bildirmektedir. Kabri de buradadır. Kabrinin bulunduğu mekâna Anadolu’nun ilk camii inşa edilmiştir. 

Hz. Meryem Validemizin hem Hatay’da, hem Antakya’da, hem de Arsuz’da izleri vardır.

Dolayısıyla herkes bu saatten sonra şapkasını önüne koyup dosdoğru yaşamalı, iyilikte yaşamalı, insanlara ve hayvanlara yardım ederek iyi bir kul, iyi bir insan, iyi bir Müslüman almaya çalışmalıdır. Yoksa Allah korusun bizim zamanımızda kıyamet kopar da biz ne yapacağımızı şaşırırız. Dehşet sahnelerini kimse yaşamak istemez. Çünkü kıyamet sahnesinde Antakya depreminden çok, çok fazlası olacak. Kimse buna dayanamaz. 

İlginiz için teşekkür ediyorum.

Ben de teşekkür ediyorum İyi ki Antakya’ya iki defa geldiniz, tekrar bekliyoruz, sizinle tanıştım, yetim ve öksüz hassasiyetinizi görünce tüylerim diken diken oldu. Var olunuz İbrahim Ethem Bey. Yemek yedik, içtik, Sırlı Süleyman Efendi’yi tanıdık…

Biz de zatıâlinizi tanımakla bahtiyar olduk. 

İbrahim Ethem Gören-Yazı No: 495