Anda Kalmak.
Ânı yaşamak...Kemal Sayar'ın söylemiyle, "ânın evladı olabilmek," yaşamın özünü teşkil etmektedir.
Farklı açılardan bakacak olursak, envai çeşit nimetlerin olduğu sofralarda, ne yedigimizin farkında değiliz.
Sohbetler yapılıyor, dinlemediğimizi, dinlenilmediğimizi farkediyoruz.
Ne bedenen ne de ruhen doymak mümkün olmazken, şifamiz eksik kalıyor. Yaşamın, ânın tadını alamıyoruz. İçinde bulunmuş olduğumuz zamanda, hayatın kekremsi tadı buradan kaynaklanıyor sanıyorum.
Anı yaşayamamaktan.
Bir yemeğin lezzetini, emeğini, şifasını mütâlâ ederek, farkına vararak yemek; bir sözü, sohbeti can kulağı ile dinlemek, sofraları da sohbeti de eşsiz kılıyor. Zaman içerisinde unutamadığımız herşey anda kalarak yaşadıklarımızdır. Cocukluğumuzun her bir karesini daha dün yaşamış gibi hatırlamak, anda kalabilmenin bir meyvesidir diye düşünüyorum.
Anda kalmak şifadır. Uzmanlar çocuklara televizyon ve tablet karşısında yemek yedirmeyin, yediğinin doyduğunun farkında olsun derken, tam da bu durumu özetliyor.
Algılarımızın, teknolojik algoritmalarla andan uzaklaştırıldığı bir çağda, hayattan maddi manevi tad almaya çalışıyoruz. Adını bilmediğimiz, farkına varsak dahi önünü alamadığımız bir mücadelenin içerisindeyiz.
İletişimi, kolaylaştırmak adına kullandığımız akıllı telefonların esasında anda kalamama ve iletişimi engelleme anlamında bir amaca hizmet ettiğini anlamış olsak dahi, bunu engellemek ciddi bir mücadele gerektiriyor. Eğitim ve aile hayatında da bu durumun örseleyici etkilerini toplumsal ve bireysel olarak yaşamaktayız. Ânın kiymetinden yoksun bir hayat, ruhsal ve bedensel anlamda mutsuzluğa da davetiye çıkarmaktadır.Sanal dünyanın hızı insan fıtratının tersi yönünde tasarlanmış, hayatı kolaylaştırmak adına sözüm ona, yaşamın tadını, kalitesini, anlamını azaltarak, ruhsal ve bedensel sorumlulukların, yaşam şevkinin önüne geçmiş bulunmaktadır.
Araştırma, öğrenme, emek verme yetisinin; kolaycılığa evrilmesine neden olmaktadır.
İnsanın kendini dinlemesine, hayata duygusal bakışına dahi izin vermeksizin, yaptığı işi sadece görev bilinciyle , büyük bir hızla yapma mecburiyetine sürüklemektedir. Örneğin;
Bir çiçeği sulamak, saksıya su vermekten ibaret değildir elbette. Konu şu ki; unutmadan yapayım, yapayım da kurtulayım mantığı, diğer bütün işlerimize de yansır oldu.
Oysaki o çiçeği sularken maksattan hasıl olan murad, ona vakit ayırmaktir.
Hangi dalları ışık almadıysa yönünü ışığa çevirmek, yapraklarını incelemek, kurumuş yaprakları temizlemek, gelişimi ile ilgili güzel sözler söylemek, hangi besine ihtiyacı olduğunu rengiyle kokusuyla söylüyor zaten, bunu görebilmek...Velhasıl hasbihâl ile yol almak...Her işimiz için bu hâl gerekli, buna ihtiyacımız var. Bunun için ise; zaman...Zaman ayırmak, günümüzün en zor hadisesi hâline geldi. Anda kalmanın, kalabilmenin ilk şartı, zamanla ilgili söylemlerimizi olumluya çevirmek ve zaman yönetimi konusunda hassas davranarak daha verimli hale getirebilmek. "Zamanım yok, zaman bulamıyorum, zaman yetmiyor" gibi yaklaşımlar, zamanın bereketini henüz kullanmamışken azaltan önemli bir faktör. Bedenen bulunduğun yerde zihnen de olabilmek artık bir erdemmişcesine zor bir hale geldi.Hızlı olmak zorundasın algısı, kasıp kavuruyor içinde olduğumuz her ânı.
Sevgiyle, aşkla, muhabbetle yapılan bir yemeğin lezzeti, sohbetin tadı, yaşamın anlamı, anda kalarak mümkündür.
Fabrika ayarlarımıza geri dönmek tabiri günümüzde çokça kullaniliyorken; esasında fıtratımıza uygun bir yaşamın yeniden ellerinden tutmak ihtiyacı ve özlemi ifade edilmiş oluyor.
Eskiler; "ne varsa eskide eskilerde var," diyoruz da buradaki efsunu bir türlü çözemiyoruz değil mi?
Birçok imkansızlıklara rağmen o unutamadığımız insanî, vicdânî, nezaket kokan hakikatler, nostalji oluveriyor birden. O çözemediğimiz geçmişe dair itibar, anda kalmanın, doya doya anı yaşamanın neticesidir diye düşünüyorum. İnsanin insana, gönlün gönüle, sözün kulağa, gözlerin göze, marifetin iltifata, emeğin kıymete, özlemin vefaya, ümidin sevince tâbi olduğu eskiler, eski zamanlar. "Yaşama tanıklık etme sanatı" bütün mesele bu. Hissederek, anda kalarak yaşamanın güzelligini ve önemini farkettigimiz zaman, o eskiler çok da uzak değil aslında. Sadece bu farkındalıkla yaşama anlam katarak yol almak; bu farkındalığı sağlamak, mutluluğa ve şifaya katkıda bulunmak; bu zamanlarımızı ve bu çağda yaşayan neslimizi özlenen, anlamını arayan hayatın kıymetiyle buluşturmaya vesile olacaktır.