25 Aralık 2010 yılında aramızdan ayrılan Ali Uğur hakkında birisi vefatından önce diğeri de vefatından sonra olmak üzere iki program düzenledim.
Birincisi Ustalara Yaşarken Saygı programı kapsamında 21 Haziran 2008 tarihinde gerçekleşmişti. ‘Ustalara Yaşarken Saygı; ‘ dizimizin sekizincisi idi. Yusuf Özaslan Ali ağabeyin kanser hastası olduğunu, kendisi hakkında bir program yaparak moralini yüksek tutmamız gerektiğini söyleyince emir telakki etmiş ve öncelikli meselem olarak görmüştüm. Toplantı da Ali UĞUR`un birçok dostu ve seveni yerlerini almışlardı. Ankara`dan gelen Dr. Lütfi Şehsuvaroğlu, Osman Akkuşak, Ekrem Ayyıldız, Bekir Sıddık Soysal, Harun Yöndem, Şahin Uçar, Cemal Anadol, Mehmet Nuri Yardım, Aslan Bulut, İsrafil Kumbasar, Güven Yapar, Hasan Semerkantlı, Şehnaz Kaya, Yumuşan Günay, Hasan Külünç, Turan Özbay, Fethi Azaklı, Mustafa Nadir Önay, Ekrem Ergüder, Yusuf Özarslan, İsmail Yağcı, Ayşe Müşerref Kot, Gökmen Kılıçoğlu, Ergün Yıldırım ve daha birçokları.. 
Şiirlerini Yusuf ÖZASLAN`ın ‘felsefi ve mistik derinliğiyle dikkati çeken özge bir eser, Türk şiirinde yeni ve orijinal bir ses’ olarak nitelendirdiği Leylaname isimli kitabında bir araya toplayan Ali UĞUR`un asıl tartışma yaratan kitapları Mavi Emperyalizm, Görünmeyen Önderler, Dünya Gündemindeki İsrail, Ü nlü Davalar: Ağca, Dreyfüs ve Diğerleri ile Dünya Siyonist kongreleri ve Türkiye başlıklarını taşımaktadır.
Ali Uğur`u aşağı yukarı yirmi senedir ben de tanıyorum. Şair, yazar ve mütefekkir yönü olan bir ağabeyimizdi. Fikirlerimize karşı tezler getirse de dikkatli bir dinleyiciydi. Karşısındaki kim olursa olsun hürmet eder, ciddiye alırdı. Didaktik yönü güçlü idi. İleri sürdüğü bir fikrin doğruluğuna karşısındakini inandırmak için her türlü delili de sunmaya gayret ederdi.
Sağduyulu ve dengeliydi. Vicdan sahibiydi. Olabilecek hiçbir meseleyi yokuşa sürmez. Kendisiyle ve hayatla barışıktı. Ona tutkuyla bağlı olanlar bu özelliklerinden dolayı asla ondan uzaklaşmazlardı.
Onunla on yıl önce ikimiz de Yazarlar Birliği Derneğinin İstanbul Şubesi`ne yedekten yönetim kurulu üyesi olarak seçilmiştik. Şube ile ilgili birçok konuyu ve sorunu konuştuk. İkimizin de derdi aynı idi. Sezgileri ve gözlemleri güçlü olduğundan dolayı söylediklerini hep ciddiye aldım. 
Toplantıda Ali Uğur`ın şairliğinden bahsetti dostları. Şair ve şiir uzmanı olmasam da ben de güçlü dizeleri olduğunu düşünüyorum. Nitekim Leylaname`de yer alan
‘; Ve o an
Eğri bir kılıçgibi
Göklerde beliren bir ferman
Vurarak prangalarını iki şafağa
Uçlarından
Seslendi ta maveradan
Leyla`nın saltanatı sürsün mahşere değin
Sabahlar ve akşamlar geceye boyun eğin!..’ gibi dizelerinden ciddi bir şair olduğu da belli oluyordu. 
Kütüphanemde imzalı iki tane Leylaname`si var. Birincisine 27.09.1999 tarihinde ‘Kardeşi, Cafer Vayni`ye tespitlerini almak dileğiyle ve sevgi ile; ‘  notunu düşmüş. Çemberlitaş`taki eski İLESAM`da kitabın yayını vesilesiyle yapılan tanıtım toplantısında imzalamıştı. İkincisinin tarihi ise 21.06.2008`di. ‘Ali Uğur`dan Kardeşi Cafer Vayni`ye hazırladığı gün için teşekkürle; ‘ ifadesini yazıp imzalamıştı kitabını..
Kendisi için acılan deftere de yazdığım gibi onun kitaplarını okuyanlar dünyadaki kan, gözyaşı, ızdırap ve katliamların nedenlerini anlayabilirler. 
Bana göre Ali Uğur`un asıl önemli yönü diğer çalışmalarında yer almaktadır. Mavi Emperyalizm, Görünmeyen Önderler, Dünya Gündemindeki İsrail, Ü nlü Davalar: Ağca, Dreyfüs ve Diğerleri ile Dünya Siyonist Kongreleri ve Türkiye isimli kitaplarının üzeri her nedense örtülmeye çalışılmaktadır. Ali Uğur bu kitaplarında dünya çapında yapılan bir düzeni deşifre etmektedir: Siyonizmin oyununu;
Yine Dreyfus davasında olduğu gibi, Dreyfus önce ömür boyu hapis cezası alır. Sonra on yıla düşürülür. Ü çüncü yargılamada ise beraat ettirilir. Ardından da görkemli bir törenle rütbeleri iade edilerek Fransız ordusunda binbaşı olarak tekrar göreve başlatılır. Dava öyle bir sunulur ki sanki asrın davasıdır. Muazzam bir kamuoyu oluşturulur ve insan kitleleri adeta hipnotize edilir. Hatta Emile Zola gibi ünlü yazarlar yazdıkları yazı, kitap ve mektuplarla Dreyfus gibilerini aklamak için herkesi suçlarlar..
İşte Ali Uğur`un bize kitaplarında anlattığı mekanizma bu işi kurguluyor. Aleyhimizde cereyan eden bu mekanizmayı iyi öğrenmeli ve bilmeliyiz.
Sevgili dostu ve arkadaşı Mehmet Cemal Çiftçigüzeli`nin bir makalesinde onunla ilgili ifadeleri Ali Uğur`u daha iyi tanımamızı sağlıyor:
‘Ufak tefek bu düşünürün iri bir yüreği ve kocaman bir dünyası vardı. Giyimine vakit ayıramaz, başındaki kasketini, üzerindeki kazağını hiçeksik etmezdi. Pembe camlı gözlüğüyle kâinata beyaz-siyah bakardı. Fluyla hiçtanışmadı ve alakasını da celp etmedi. Bir üniversite amfisindeki öğrenciler gibi tartışır dururduk. Aşırı soğukkanlı ve etkilenmeye kapalıydı. Görüşlerinde ısrarcıydı. 
Ali Uğur`un inancı ve ideolojisi her şeyin fevkinde ve önünde bir yazardı. Öncelikleri onlardı. Dolayısıyla zaman zaman bazıları için tahammülü zor bir düşünür de olabiliyordu. Kendisinden hiçbir zaman bahsetmezdi. Konuşmaların ara satırlarında bilgi alınabilirdi. 1943 yılında Balıkesir`de doğmuş, Ankara Eğitim Enstitüsü`nü bitirmişti. TRT`ye 30 yıl kadar değişik ünitelerde hizmet vermiş, ama çalıştığı kurum o`nun için bir taziye ilanını bile çok görmüştü. 
TRT Ali Uğur`un gençliğini aldı, çoğu arkadaşımız gibi jandarmalık yaptırdı. O`nun özelliğinden ve güzelliğinden hiçistifade edemedi. Etmek de istemedi.
Siyasi çalkantıların yoğun olduğu 1970`li yıllarda sosyal ve politik aksiyonların bir entelektüel düşünürü olarak Ali Uğur homojen yapısını hep korudu. Milli ve muhafazakâr değerler etrafında birleşen bir aydın grubunun sürekli içinde oldu. Sonradan çözülen bazı arkadaşları gibi dünyevi bir amaçtaşımadı. Evi hep kiraydı. Arabası yoktu. Böyle bir endişesi de olmadı. Fakat dünya ve özellikle Ortadoğu siyasetini ve gelişmelerini en iyi analiz eden üç-beş aydınımız arasındaydı.
İstanbul`a yeniden taşındığım 2009 yılında kendisini  Ömer Lütfi Mete`nin cenazesinde gördüm. Akranlarımızla artık tabutlarının başında birlikte olabiliyorduk. Ekranların unutulmazları arasına giren Kurtlar Vadisi ekibi de oradaydı. Ali Uğur`un Ömer Lütfi Mete vasıtasıyla bu filme katkısını da biliyorduk. Bağlarbaşı İlahiyat Fakültesi Camii`ndeki cenaze namazından sonra bana hatıralarını yazmak istediğini, kanser tedavisi gördüğü için de zamana ihtiyacı olduğunu anlattı.’
Vefatının Ü çüncü Yılında da Ali Uğur için bir program düzenlemiştik. İLESAM ın 45. Çınaraltı  Sohbetleri idi. 28 Aralık 2013 günü Recep ARSLAN ın
yönettiği toplantıda Doç. Dr. Mustafa AKSOY, Yönetmen-Yazar Ekrem
ERGÜ DER, kızı Ayşenur ve oğlu Cenkhan Uğur ile onu tanıyanlar çeşitli
yönleriyle Ali UĞUR u anlatmışlardı. Toplantı imam-hatip ve yazar Ahmet
YÜ TER in duasıyla sona ermişti.
Şimdi ise aradan on yıl geçmiş. Her şey daha dün gibi belleğimde. Zaman ne de çabuk geçiyor..
Mekânın Cennet olsun Ali Ağabey..
 

YORUMLAR