TARİHİN ÖTEKİ YÜZÜ
İstanbul kuşatması sırasında Akşemseddin’in Fatih olacak Osmanlı padişahı II. Mehmed’e yazdığı mektup yıllar sonra yeniden gündeme geldi. Mektubun hikâyesini ve içeriğini bundan 10 yıl önce şöyle yazmıştım.
21 yaşındaki Sultan için sızılı bir dönem. Bir yandan İstanbul’un ensesinde Haçlı tehdidi, öbür yanda muhalefet. Çandarlı Halil Paşa aceleden yana değildir. İstanbul er geç Osmanlıların olacaktır. İhtiyat, teenni, sabırdır tavsiyesi. Lakin Fatih de biliyordu ki, İstanbul Çandarlı’nın kudretli eli devreye girmeden alınamazdı ama onu, dolayısıyla orduyu nasıl ikna etmeliydi? Halil İnalcık’ın harikulade tespitiyle bu krizin içinden “düğümü keserek çıkacak”tır Fatih. Ama nasıl?
Genç Sultan 6 Nisan 1453 günü Bayrampaşa civarına otağını kurmuş, planların birini bırakıp diğerini ele almakla meşguldür ki, iki hafta sonra, buğday yüklü bir Bizans gemisiyle üç Ceneviz gemisi önlerini kesmek isteyen Osmanlı donanmasını yenerek Haliç’e girmeyi başarır. Haber Bizans canibini şad u handan ederken, Osmanlı tarafına Tursun Beğ’in deyişiyle “fütûr ve perişânî saldı”. Tacizade ise askerin bölük pörçük olduğunu yazar. Akınların arkasının geleceği, daha büyük bir Haçlı donanmasının yolda olduğu haberleri de kara bulutları tahrik etmektedir.
Bir bozgunun eli kulağındaydı ki, bu sırada Molla Gürânî ile birlikte Fatih’in en yakın omuzdaşı Akşemseddin’in mektubu çıkagelir.
İstanbul’un öncelikle denizden alınması gündemdeydi ve bu noktada “gemi ehli” işi ağırdan almakta ve adeta fethi geciktirmektedir. Askeri şevklendirmek isteyen Fatih ise fethin gecikmesi karşısında rakip görüşlerin ağırlık kazanacağını bilmekte, buna bir çare bulmak için kıvranmaktadır.
Akşemseddin çadırına kapanmış, kimseyi, hatta Sultanı bile yanına sokmamakta, murakabe ve mükâşefe fasıllarının birinden diğerine geçmektedir. Uyarısının yazılı olmasının sebebi budur.
Mektup şöyle başlar:
“Bu hadise (Bizans ve Ceneviz gemilerinin şehre girmesi) o gemi ehlinden dolayı meydana geldi. Kalbe hayli sıkıntı ve kırgınlık getirdi. Önemli fırsatlar çıkmıştı fakat kaçırıldı. Olayın seyri aleyhimize döndü.”
Kâfirlerin gemiler Haliç’ten girince rahatlayıp moral kazandıklarını belirten Akşemseddin, eleştiri oklarını bir ay sonrasının Fatih’ine yöneltir ve onun olayları yeterince idare edemeyişi ve emirlerini geçiremeyişine dair, hatta Şeyhin kendi duaları ve şehrin alınacağı tarihe dair müjdelerinin temelsiz olduğu söylentilerine dikkat çeker. Bu dedikodu ve fesat ortamında kesinlikle gevşeklik ve ihmal gösterilmemeli, bu duruma kimlerin yol açtığı araştırılıp tespit edilmeli ve sorumlular derhal en ağır cezalara çarptırılıp görevden alınmalıdır.
“Yoksa” der Akşemseddin, “kaleye hücum edildiğinde ve hendekler doldurulmaya başlandığında ağır davranırlar. Sizin de bildiğiniz gibi bunların çoğu gönülsüz, “yasak Müslümanı”dır (zorla çalışmaktadır), Allah için başını ve canını koyacak azdan azdır. Bunlar bir menfaat ve ganimet gördüklerinde işe sarılırlar, canlarını dünya için ateşe atarlar.”
Ardından Fatih’e şu “rica”da bulunur:
“Şimdi yetkinizi gösterin ve emrinizi icra edin. Bu gibilerin başına merhameti ve yumuşaklığı az olan birini getirin, şiddetle ve hiddetle hareket etsin. Hem bunun şeriatta da yeri vardır. Yüce Allah der ki: ‘Ey Peygamber, kâfirler ve münafıklarla cihad et, onlara sert davran’ (Tevbe, 73).”
Akşemseddin keder içinde çadırında otururken kendisine acayip bir hal gelir. Hemen Kur’an’ı açar (tefeül), bakar ki, Cafer-i Sadık’ın işaretiyle aynı surenin 68. ayeti denk düşmüştür. Ayette Allah münafık ve kâfirlere içinde ebedi kalacakları cehennem ateşini vaad etmekte, lanet edip sonsuza kadar azap içinde olacaklarını hatırlatmaktadır.
Durum hakikaten vahim olmalı ki, Ak Şeyh bazı askerleri Müslüman bile kabul etmemektedir. Şöyle yazar devamında:
“Şimdi o (düşmanın üzerine) varmayanlar samimi Müslüman değildir, münafık hükmünde olup cehennem azabında kâfirle beraberdir işareti çıkmıştır. Şiddetli davranmak gerekecektir, himmet ediniz, sonu kırgınlık ve utanç olmasın. Biliniz ki, Allah’ın yardım ve desteğiyle buradan sevinçli, galip ve muzaffer çıkacağız…”
Son satırlar hüzün ve ümidin harmanı gibidir; içinden müjde tohumları etrafa saçılır:
“Yine hüzün içerisinde Kur’an okuyup yattım. Allah’a şükr olsun ki, çeşitli lütuflara, sevinçli haberlere şahit oldum, epeydir bunun gibi bir şeye mazhar olmadığım için büyük bir teselli buldum.”
Kapanış cümlesi Akşemseddin’e yakışır cinstendir:
“Bu sözler Padişah hazretlerine haddimizi aşan bir kelam gibi görünmesin, hazretinizi sevdiğimizdendir.”
İşte Fatih’in karadan gemileri yürütme kararı bu mektup üzerine verilmiş, iki gece sonra ilk gemiler Haliç’e inerken o sahneyi Sultan ile beraber heyecanla izlemiş olmalıdırlar.
Mektubun künye bilgileri:
Topkapı Sarayı Müzesi 5584 numarada kayıtlı bulunan Akşemseddin’in mektubu ilkin “Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi Kılavuzu”nda (1938) yayımlanır. H. Âli Yücel Latin harfleriyle 17 Temmuz 1953 tarihli “Cumhuriyet”te neşreder. Aynı yıl Selahattin Tansel onu Akşemseddin’e değil, Hızır adlı birine ait olduğunu belirterek kullanır. Halil İnalcık “Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar”da (1954) hem fotokopisini, hem de Arap harfleriyle neşreder. Feridun Emecen “Fetih ve Kıyamet”te (2012) metni bugünkü dile uyarlar. Burada Emecen’in sadeleştirilmiş metnini esas almakla beraber bazı değişiklik ve uyarlamalara gidilmiştir.