Fuzulî yaklaşık 500 yıl önce 'ilim bir kî l u kâl (dedikodu) imiş ancak' demişti. Günümüzde de bilimsel metinlerin önemli bir bölümü hangi araştırmacının daha önce nerede ne yazdığını veya iddia ettiğini belirten dipnotlarla doludur. Bu referanslar hakkaniyetli bir araştırmacı için çalışmasının en önemli kısmıdır. Kaynak belirtme hem çalışmanın güvenilirliğinin bir göstergesidir hem de alanda emeği geçenlere haklarını teslim etmektir. Bunun ihlal edilmesine, başkasına ait bir eserin kaynak gösterilmeden kendi çalışması olarak sunulmasına intihal veya aşırma denilmektedir.  Bu, bir tür fikir hırsızlığıdır ve telif hakkı yasalarına aykırıdır. İntihal, 19. yüzyılın başlarından beri etik dışı olarak kabul edilmektedir. Bilinen ilk intihal vakası 1803 yılında Amerika Birleşik Devletleri nde mahkemeye taşınmıştır. O zamandan beri de pek çok ülkede kanunen cezalandırılmaktadır. 
İntihal veya usulsüz iktibas suçlarına esas teşkil eden gerekçe fikrî mülkiyettir. Bu kavram ilk kez 1883 yılında Fransız hukukçu Louis Brandeis tarafından ortaya atılmıştır. Brandeis, fikrî mülkiyetin kişilerin çalışmalarının korunmasını sağlamak için bir hak olarak tanımlanmasını önermiştir. Günümüzde, fikrî mülkiyet hakları uluslararası anlaşmalar ve ulusal yasalar tarafından tanınmakta ve korunmaktadır. Ancak Derrida`nın eleştirel düşünceye getirdiği yapıbozum (decontruction) tekniğiyle fikrî mülkiyet kavramı incelendiğinde temelindeki çelişkiler ortaya çıkmaktadır. Zira araştırmacıların telif hakları ve patent yoluyla fikirlerinden fayda sağlayabilmesinin önünü açan bu kavram bir yandan da diğer insanların bilime erişimini kısıtlamaktadır. Bilim ve sanat eserleri üzerine konulan fikrî mülkiyet tekelleri, kazandırdıklarıyla bilim ve sanata teşvik ederken aynı zamanda bu alanların gelişmesi önünde engel teşkil etmektedir. 
Fikrî mülkiyet kavramının günümüzde çözümsüz sorunlarından biri insanlığın ilerlemesi ve faydası için gerekli olan buluşlara telif hakkı veya patent gibi sınırlayıcı yaptırımlar uygulanmasının doğru olup olmadığıdır. Patentlerle ilgili en önemli tartışma geçtiğimiz salgın sürecinde aşılar üzerinden yaşandı. İnsanlığın toplu faydası için üretilmesi elzem olan aşılara patent uygulanması pek çok uluslararası kuruluş tarafından eleştirildi. UNESCO bu süreçte bilimin herkes için erişilebilir olması gerektiğini savunan 'açık bilim' önergesini sunarken, ABD Covid-19 aşıları için fikrî mülkiyet korumalarından geçici olarak feragat edilmesini destekleyeceğini açıklamıştı. Tüm bu tartışmalar sürerken aşıyı bulan bilim insanları fikrî mülkiyet haklarını kullanarak aşı patentleriyle dünyanın en zenginleri arasına katıldılar. Dünya Ticaret Örgütü ise Covid-19 aşıları üzerindeki patent haklarını 5 yıl süreyle kaldırdığını ancak 2022 yılının haziran ayında ilan etti. Bu durum kuduz aşısını bulan ve patentini almak yerine insanlığın faydasına sunduğunu belirten Pasteur`ün bir kez daha hayırla yad edilmesine vesile olmuştu. 
Aşı örneğinden görülüyor ki fikrî mülkiyet koruması, mevcut bir buluşun veya bilimsel çalışmanın geliştirilmesi için gereken gayretin kendi buluşunu üretmek için harcanmasına sebep olmaktadır. Diğer araştırmacıların bir buluşun üzerine yeni şeyler inşa etme kabiliyetlerini sınırlandırarak bilimi budamaktadır. Öte yandan telif hakkı veya patent ücretlerini karşılayabilenler için haksız bir avantaj oluşturmaktadır, ödeme gücü olmayanları ise bilimsel çalışmaların dışına itmektedir. Bilginin paylaşılmasını ve bilimin ilerlemesini teşvik etmek için fikrî mülkiyet yerine açık erişimli bilimsel çalışmalar yaygınlaştırılmalıdır. 
Sonuçolarak hem devletin hem toplumun önemli bir vazifesi bilim insanlarını desteklemek olmalıdır ki, araştırmacılar fikirlerini veya buluşlarını metalaştırmak suretiyle maddi kazançsağlamaya yönelmesinler. Fikrî mülkiyet akademinin günümüzde en kutsal değerlerinden biridir. Oysa bilim ahlakı, emek hırsızlığını reddettiği gibi insanlığın ortak mirası olan bilim ve sanat üzerindeki mülkiyet iddialarını da reddetmelidir.