Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Her Şey Yerli Yerinde” şiirine eşya-insan ilişkisi bağlamında bakış

Abone Ol

“Eşya mı insanı tamamlar, insan mı eşyayı?” başlığıyla ele aldığımız eşya-insan ilişkisi meselesini en iyi örnekleyen şiirlerden biri de Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Her Şey Yerli Yerinde” şiiridir. 

Tanpınar’ın sanat anlayışına genel olarak bakıldığında zaman, mekân, eşya ve rüya gibi kavramların ön planda olduğu görülür. Hızla akıp giden zamanın içinde sabit duran mekânı ve onun içindeki eşyayı anlamlandırma süreci Tanpınar’ın hem nesirlerinde hem de şiirlerinde en güçlü şekilde kendini gösteren izlektir.

Bu bağlamda “zaman, mekân, eşya” üçlüsünün öznenin bakışıyla yeniden anlamlandırılması hususunda öncelikle “Her Şey Yerli Yerinde” şiirini okuyalım.

Her şey yerli yerinde; havuz başında servi
Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan,
Eşya aksetmiş gibi tılsımlı bir uykudan.
Sarmaşıklar ve böcek sesleri sarmış evi.

Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak,
Serpilen aydınlıkta dalların arasından
Büyülenmiş bir ceylân gibi bakıyor zaman
Sessizlik dökülüyor bir yerde yaprak yaprak.

Biliyorum gölgede senin uyuduğunu
Bir deniz mağarası kadar kuytu ve serin
Hazların âleminde yumulmuş kirpiklerin
Yüzünde bir tebessüm bu ağır öğle sonu.

Belki rüyalarındır bu tâze açmış güller,
Bu yumuşak aydınlık dalların tepesinde.
Bitmeyen aşk türküsü kumruların sesinde;
Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner.

Her şey yerli yerinde bir dolap uzaklarda
Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan,
Bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan
Kuru güz yaprakları uçuşuyor rüzgârda.

Şairin her şeyi yerli yerinde görüşü, akıp giden zaman tasvirinin içinde sabit duran mekânı ve o mekândaki eşyanın durağanlığını anlatır. “Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak” dizesinde olduğu gibi eşya durağandır. Ona canlılık katan şey öznenin yani şairin ona bakışıdır.

“Eşya aksetmiş gibi tılsımlı bir uykudan.”  dizesiyle şair; durağan olan eşyanın, aslında bir yansımadan ibaret olduğunu vurgular. Ancak şair, zamanın bir parçası ve belki de en gizemli anları olan “uyku ve rüya”yı da eşyayı var eden bir tılsım olarak görür. Eşya, sihirli bir uykunun yansımasıdır.  Bu dize, şiirin belki de belkemiğini oluşturan “Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner” dizesine adeta zemin hazırlar. Bir rüyadan ibaret olan ömür, tılsımlı bir uykunun yansıması olan eşyaya siner. 

Şiirin yalnızca bu iki dizesinden de anlaşılacağı üzere eşya Tanpınar için öyle büyük önem arz eder ki onu sihirli uykuların yansıması olarak görür. Tam da burada Tanpınar’ın, şair öznesiyle eşyaya olan bakışı, ona yüklediği duygularla onu yeniden anlamlandırması ve durağan bir objeyi adeta duygu yüklü bir süjeye dönüştürmesi apaçık görülür. 

“Her şey yerli yerinde bir dolap uzaklarda
Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan,
Bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan”

Dizelerine baktığımızda şairin eşyayı bir “yansıma” olarak görmesinin burada da farklı bir biçimde ele alındığını görürüz. Şair öznesi kendi ruhunun inleyişlerini “uzaklarda bir dolabın gıcırdaması” ile tasvir eder. Burada eşya öyle bir karakter kazanır ki şair öznesinin ve o özneye ait duygularının somut bir biçimi olur. Eşya, öznenin azap çeken bir ruh gibi inlemesinin adeta sesi olur ve yine aynı eşya, öznenin hatıralarını, geçmiş maceralarını da bilir. Bunu yapan eşya mıdır peki? Bilakis, eşyaya bunu yaptıran öznenin ona bakışı ve ona yüklediği anlamlar, duygulardır.

Ahmet Hamdi Tanpınar deyince aklımıza zaman, mekan, eşya, uyku, rüya gibi belli başlı kavramlar gelir. Türk edebiyatının en güçlü kalemlerinden olan Tanpınar’ın her eserinde bu kavramlardan biri, birkaçı ya da hepsiyle bir alıp veremediği olduğunu görürüz. Burada ele aldığımız şiirinde de akıp giden zamanın içinde, sabit bir şekilde duran mekânın ve o mekandaki eşyanın, şair öznesi tarafından nasıl göründüğüne odaklandık ve şairin eşyaya aslında kendi iç dünyasından baktığını ve onu kendi duygularıyla yeniden yarattığını görmüş olduk.

Bir önceki yazımızda da bahsettiğimiz gibi eşya cansız bir nesnedir; onu tamamlayan, var eden bizim ona bakışımız, ona ne ölçüde anlam ve duygu yüklediğimizdir. Şairin de dediği gibi, “eşya” bizim “tılsımlı uykumuzdan” yansıyan bir tınıdır.