Ülkelerde yararlı üretimi artırmanın, zararlı tüketimi azaltmanın yollarını bulanlar, yönetimi iyileştirmenin yöntemlerini bulurlar. Hem üretimde, hem yönetimde, ağaçları örnek alan toplumlar, hayatın her alanında üretim güçlerine sürdürülebilirlik kazandırırlar, hayatın hiçbir alanında yoksulluk çekmezler.
Dünyada küresel ısınmanın, iklim değişikliklerinin yıkıcı etkilerini gösterdiği, sancılı bir dönemden geçiliyor. Hülya Günay’ın “Ağaçların Gölgesinde” kitabında vurguladığı gibi, bütün şehirlerin “Vakit bir ağacın altında buluşma vaktidir” diyerek, göklere isyan eden çok katlı binaların değil, ağaçların gölgelerine sığınmaları, her ülkede hayati önem taşıyor. Ekonominin öncülerinin anlatamadıkları, doğal büyümeyi en güzel ağaçlar anlatıyor.
Geçen yüzyılda Sezai Karakoç’un “Balkon” şiirinde, “Alnından öpmeye gidiyorum / Evleri balkonsuz yapan mimarların” diyen insanlar gibi, gelen yüzyılda çocuklar binaları, ağaçların arasında yapan mühendislerin, ellerinden öpmek için sıraya giriyorlar. Türkler Semerkant’tan Saraybosna’ya uzanan tarihlerinde, ağaçları korumak için Mekke’nin harem bölgesini, İstanbul’a kadar genişletirler. Kabe’nin çevresindeki hiçbir binayı, Kabe’den daha yüksek yapmazlar.
İnsanların bilgi ve bilgelik dünyalarını zenginleştiren ağaçların, iki dünyadaki önemini anlatmak için Anadolu’da, çocukların doğumunda isimleri verilen fidanlar dikilir. Dede Korkut’un “Başına doğru bakar olsam başsız ağaç / Dibine doğru bakar olsam dipsiz ağaç “ olarak görkemini anlattığı ağaçları, anlama ve anlatma özürlü toplumlar, insan ömrünün bütün aşamalarında üretimin, tüketimin, yönetimin yüklendiği işlevleri anlamazlar ve anlatamazlar.
Kökleriyle toprağın altından alan, dallarıyla üstündekilere veren ağaçların dünyasından uzaklaşanlar, yol açtıkları çevre sorunlarıyla, bütün ülkelerde doğal yıkımların tetikleyicileri olurlar. Dünyanın bütün ülkelerinin elini kolunu bağlayan yoksulluktan, haksızlıklara yol açan gelir dengesizliklerinden kurtulmanın yol haritasını, ağaçların gizemli dünyasını doğru okuyanlar bulurlar. Bu yüzden doğal hayat, tarihin her döneminde, insanlığın doğal üniversitesi olur.
Dünyada üniversitelerinin üniversitesi, doğal üniversiteden yararlanmayanlar, dağlarıyla, ovalarıyla, denizleriyle, gölleriyle, nehirleriyle dünyanın bütün zenginliklerini yağmalamanın, bedelsiz olmadığını anlayamazlar. Ülkeler hiç düşünmeden, toprağın altını üstüne getirirlerse, dünyada birbirini izleyen doğal yıkımların sonu hiç gelmez. Topraktan geldiklerini, toprağa döneceklerini düşünmeyenler, toprak dostları olmayanlar, yağmalanacak toprak bulamazlar.
Doğal dengeyi bozanlar,varoluşun temellerini dinamitleyerek, büyük depremlere yol açarlar. Doğallık dünyasında artığa yer olmadığını bilenler, ülkelerde çöpten dağlar oluşturmazlar. Hayatı anlama ve anlatma özürlü olanlar, ülkeleri Kabe Toprağı’na dönüştüremezler.