TARİHİN ÖTEKİ YÜZÜ
Kazanılan zaferler milletindir, şahıslara mal edilemez. Mutlakiyet döneminde bile bu böyledir. İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed’dir ama “ni’me’l-ceyş’ ile, yani güzel askerleriyle birlikte anılır daima.
Yakın tarihimizde ise bunun tersi geçerlidir. Zaferler şahıslara mal edilmiştir. “Başkomutanlık Meydan Savaşı” ismini İsmet Paşa’nın 31 Ağustos’taki genelgesinde verdiğini biliyoruz. Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği isim ise ertesi gün yayımladığı tebrik telgrafında geçtiği üzere “Afyonkarahisar, Dumlupınar Meydan Muharebesi”dir. Nedense İnönü’nün tarihe bu müdahalesini kimse konuşmaz. Yine de konuşan biri vardır ama onu da kimse okumaz. Lakin General Celâl Erikan’ın Komutan Atatürk adlı kitabında İsmet Paşa’ya şu iğneli soruyu sertçe batırdığını unutamayız:
“General İsmet, sözünü ettiğimiz genelgeyi bir art düşünceyle yayımlayarak 30 Ağustos gününün başarılarını Başkomutana verip, öncekileri kendi payına mı ayırmak istemişti?” (İş Bankası Yayınları, 2006, s. 698)
Nitekim soyadı kanunu çıkarılacağı zaman Başkomutan, İsmet Paşa’ya “İnönü” soyadını münasip görmüştü. Peki Fevzi Paşa nasıl onurlandırılacaktı? Ona da Sakarya zaferini kazandığı için “Sakarya” soyadını uygun görmüştü ama beklemediği bir cevap aldı. “Benim bir soyum var, bize Çakmakoğulları derler. Ben Çakmak soyadını almak istiyorum müsaadenizle.”
Böylece milletin zaferi üzerine çökmemiş, kendi soyunun bir üyesi olmayı tercih etmişti Mareşal.
İşte şimdi İsmet İnönü denilince sırf soyadından dolayı otomatikman İnönü zaferlerinin tapusuna çöktüğü bilinmediğinden buradaki başarıların onun tarafından kazanıldığı zannedilmektedir. Halbuki erbabı bilir ki, alakası yoktur.
Nitekim İsmet Paşa 1968 yılında bütün devir şahitlerinin ölümünden sonra yayımladığı hatıratında 11 Ocak 1921 günü Yunanların “kendileri çekilip gitmişlerdir” yazacak kadar dürüst olabilmişti. İnanamayan Bilgi Yayınları’ndan çıkan Hatıralar’ının 233. sayfasına bakabilir.
Burada 1. İnönü muharebesi hakkında şimdiye kadar pek kullanmadığım bir kaynağı devreye sokacak ve tartışmayı yayacağım. Daha önce İstiklal Mahkemesi’nde idam edilen Ayıcı Arif’in ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Tevfik Bıyıklıoğlu’nun –ki 1. İnönü muharebesinde İsmet Bey’in kurmay başkanıdır- hatıralarından yararlanmıştım, şimdi Cevat Rifat Atilhan’ın ilk baskısı 1968’de yapılan Bütün Açıklığıyla İnönü Savaşları ve Hakiki Kahramanları adlı kitapçığında yazılanlara kulak vererek bir dönemin perde arkasını olayların içinde yer alan kahraman bir şahidin, Cevat Rifat Atilhan’ın dilinden dinleyelim.
Cevat Rifat bey anlatıyor
“Meselenin can alacak mühim tarafı, İsmet Bey’in İnönü Muharebeleri’ni de gayet fena idare ettiğini ve kazanılan zaferlerde kendisinin hiç bir hissesi olmadığını göstermektir. Çünkü o, en çok İnönü zaferleriyle öğünür ve kendisini bu zaferlerin rakipsiz âmili (yapıcısı) gibi sanar. Hâlbuki hakikat hiç de böyle değildir. Bu hususta bir fikir verebilmek için hiçbir suretle hakkı olmadan ve liyakat kesbetmeden (kazanmadan) soyadı olarak taşıdığı İnönü Muharebeleri’nde İsmet Bey’in neler yaptığını kısaca tahlil etmeye çalışacağız.
Bir oyunla yerine geçtiği Ali Fuad Paşa, İsmet Bey’e Garp Cephesi’nde küçük fakat mânen büyük ve güvenilir kuvvetler teslim etmişti. 24. fırkanın, Yenişehir-İnegöl-Pazarcık mıntıkasında Bursa’da Yunan kuvvetlerine karşı bir örtme, gözetleme ve oyalama vazifesi vardı. Fırkanın başında Geyve kahramanı süvari yarbayı Atıf Bey isminde vatanperver, milliyetçi, cesur ve hamiyetli bir zat vardı. 61. fırka yarbayı İzzeddin [Orgeneral İzzeddin Çalışlar] ve 11. fırka yarbayı Arif [İzmir suikasdında idam edilen] ile Suphi Bey kumandasında bir süvari livası (tugayı) Eskişehir civarında cephenin ihtiyatını teşkil ediyordu.
Çerkes Edhem’in süvari kuvvetleri de, Kütahya’nın garbında Gediz Cephesi’ni tutuyordu. Afyon ve Dumlupınar mıntıkasında ise Refet Bey’in kumandasındaki Cenup (Güney) Cephesi kuvvetleri mevcuttu. Çerkes Edhem’le anlaşmazlık açığa vurunca İsmet Bey, 24. Fırka Hücum Taburu’nun cepheden çekip muhafız diye Eskişehir’e getirmiştir.
Başkumandanın emriyle ve İsmet Bey’in çekememezliği yüzünden Çerkes Edhem kuvvetlerinin takip hareketi başlayınca İsmet ve Refet Beyler de emirlerindeki kuvvetlerin büyük kısmıyla evvela Kütahya ve buradan da Gediz’e yürümüşlerdi. Bütün ordu ile esas üslerden ve müdafaa mevzilerinden bu kadar uzaklaşmanın Yunan ordusunda doğurabileceği mukabil hareketler hiç düşünülememiş, hiç hesaba katılmamıştı. Kat’î müdafaa sahası olarak seçilen İnönü mevkiinde, hiç olmazsa bazı zayıf kıtalar bulundurmayı ihmal etmemek lazımdı. Bu ihmal, İsmet Bey’in Birinci İnönü Muharebesi’ne tekaddüm eden (bu muharebeden önce) bu günlerde gayet büyük bir gaflet ve hata teşkil eder.
İsmet Bey daha evvel İnönü mevzilerini bir defacık olsun gezip görmemişti bile... Yunanlıların Bursa’dan Eskişehir istikametine ileri harekete geçtikleri 6 Ocak 1921 sabahı haber alınınca İsmet Bey Gediz civarındaki Efendi köprüsünden Kütahya’ya gelmiş ve 9 Ocak akşamına kadar Kütahya’da kalmıştır. Kendisinin Kütahya’da bulunduğu dört gün zarfında bütün faaliyeti, Gediz civarına kadar ileri sürdüğü kıt’aları bir an evvel Kütahya’ya getirip buradan İnönü istasyonuna sevk etmek ve Kütahya’dan, uzaklardan Yunan ileri hareketlerini takip etmek olmuştur.
Ben İnönü Savaşları’na gayet iyi teçhiz edilmiş, fevkalâde yetiştirilmiş bin beş yüz kişilik bir kıt’a göndermiş, sonunda Ankara’dan kaçarak elimdeki bakiye askerle bizzat iştirak etmiş olduğumdan bu hurda tafsilâtı yazıya katmakta kendimi haklı buluyorum.
Hatalar geçidi
İnönü Savaşı başlamıştı artık... Bu hengâmede İsmet Bey’in yeri Kütahya değil, evvela Eskişehir ve arkasından hemen İnönü olmalı idi. Gerilerde, kuvvetleri bir an evvel demiryoluyla muharebe sahasına yetiştirecek insanlar mevcuttu. İsmet Bey daha Kütahya’da iken İnönü’ne ilk olarak Ankara’dan kahraman Nazım Bey’in 4. fırkasından bizzat kendisiyle 58. piyade alayı ve bir batarya, arkasından 11. fırka kumandanı Arif Bey’le bu fırkanın 70. alayı 8 Ocak 1921 günü İnönü’ye vararak kendilerine ayrılan yerlerde müdafaa için tertibat (düzen) aldılar. Bunların arkasından 127. piyade alayı Kütahya’dan yine İnönü’ye yetiştiler. Yunanlılar ise bir alayla Yenişehir’den Bilecik, üç alayla İnönü’den Pazarcık ve bir alayla da Mezit vadisi boyunca Bozüyük üzerine yürüdüler. İsmet Bey İnönü mevkiinin ilerisinde Bilecik, Pazarcık ve daha ileride dağınık bulunan 24. fırkanın, Kütahya’dan ve Ankara’dan kuvvetler yetişinceye kadar lüzumlu vakti kazanabileceğini hesap etmişti. İsmet Bey’in bütün düşüncesi ileri arazide zaman kazanmak olduğu için 24. fırkaya, son ana kadar İnönü mevkiindeki esas müdafaa vazifesi hakkında hiçbir tâlimat vermemişti.
İsmet Bey’in başka büyük bir hatası da kahraman kumandan Atıf Bey ve onun fırkasını kasden muallakta (boşta) tutmuş olmasıdır. Bugünün gençlerine sorunuz, belki de Atıf Bey ismini hiç duymamışlardır.
İşte bu değerli kumandanı hiç olmazsa 7 Ocak günü fırkasının (tümeninin) demiryolunun şimal (kuzey) kısmını müdafaa edeceği söylenmiş olsa idi fırka Bilecik civarında eli altında bulunan 32. alayı vaktinde Metres tepeye gönderir ve sonradan birçok yanlışlıklar neticesinde müdafaa etmeden çekilmek gibi güç bir duruma düşmemiş olurdu. 24. Fırkanın son zamana kadar Eskişehir’de tutulan hücum taburu da fırkanın esas müdafaa mevziine ve bu mevziin en mühim noktası olan Metres tepe’ye gönderilecek yerde Eskişehir’den Karaköy’e gönderilmiş ve buradan Pazarcık’a sürülmüştü. Pazarcık ilerisinde Nazif Paşa tepelerindeki 126. alay üstün düşman karşısında darmadağınık bir halde Pazarcık’a ve oradan İnönü’ye çekilmişti. Bir hücum taburuyla Polatlı’dan gelen bir depo taburunun üç düşman alayını, Pazarcık garp ve şarkında ve bilhassa 126. alayın dağılmasından husule gelen (meydana gelen) panik havası içinde duramayacakları tabiî idi. Pazarcık garbında Ahmedler-Franlar hattında bu iki tabur pek geniş bir cepheye yayılmış ve neticede esaslı bir mukavemete muvaffak olamadan hücum taburunun bir kısmı esir olmuş, bir kısmı da dağılmıştı. Bu dağınık ve fevkalâde zor durumda bile genç ve cesur bazı zabitlerimizin (subaylarımızın) kumandasındaki bölükler kendi başlarına kalmışlar ve vazifelerini başsız ve ümitsiz kaldıkları halde ifaya (yerine getirmeye) gayret etmişlerdir.
Bu çetin savaşları -bizim gibi- yakından tâkip eden ve henüz berhayat (hayatta) olan birçok silâh arkadaşlarımız şuna şahid olmuşlardır ki, hücum taburunun 1. bölüğü kumandanı Mülâzim Halil Nuri Bey’in –Yurdakul- bölüğüyle sonuna kadar nasıl mukavemet ettiğini ve üstün kuvvetlerle nasıl insanüstü bir cesaretle ve kahramanlıkla dövüştüğünü unutmamışlardır.
Burada tabiatıyla akla bir sual gelebilir; bir bölük kumandanının normal olarak harp vazifesini yapmış, cesaret ve fedakârlık göstermiş olması bu derece fevkalâde bir şey midir? Evet, bu harplerde ordunun bütün zabit ve neferleri Türke mahsus bir şecaat (yiğitlik) ve fedakârlıkla vazifelerini yapmışlardır. Şu var ki, bir cephe kumandanının yanlış tutumunu teker teker izah ettiğimiz bu harplerde kötü idarenin ve noksan cesaretin doğurduğu perişanlıklar ve dağınıklıklar sırasında eğer böyle fevkalâde şahsiyetler ortaya çıkmamış olsaydı o zaman mesela 126. alayı dağılmasından husule gelen panik bütün kıt’alara sirayet eder ve düşman kolaylıkla bir zafer kazanmış olurdu.
9 Ocak 1921 öğleden sonra Yunanlılar bir taraftan Pazarcık-Karaköy, diğer taraftan Mezit vadisinden ilerleyerek İnönü mevkiinin batı kısmına çatmışlardı. O gün akşama kadar kahraman Nâzım Bey’in 4. fırkasının 58. ve 11. fırkanın 70. alayları Yunanlıları yerinde mıhlamaya muvaffak olmuşlardır.
9 Ocak akşamı hâlâ Kütahya’da bulunan İsmet Bey bu muharebe raporlarını aldıktan sonra en nihayet İnönü’ye harekete karar verdi. Bu teehhür (gecikme) İsmet Bey’in üçüncü büyük hatasıdır. 10 Ocak sabahı İsmet Bey karargâhının muharebe kademesi İnönü istasyonuna vardıkları zaman Yunanlılarla bütün cephe boyunca muharebe yeniden başlamıştı.
Vaziyet hiç de iyi değildi, 24. Fırka, Gündüzbey-Metrestepe-Çepni mevziini muharebesiz terk ederek daha gerideki Beşkardeşler-Zemzemiye hattına çekilmişti. Yunanlılar Bozüyük’ten Poyra’ya kadar ilerlemişler ve ileride erkekçe dövüşen 4. ve 11. fırkaların sağ cenahını (tarafına) sarmak üzere idiler. O sırada İnönü istasyonuna ulaşmış olan 174. alayın birinci taburu ile 24. fırka hücum taburu ve karargâh süvari bölüğüne derhal İnönü şimalindeki sırtları tutarak 4. fırkanın sağ kanadını müdafaa vazifesi verildi. Bu rağmen İsmet Bey 4. ve 11. fırkaların sarılarak imha edileceğinden korkmakta idi. Cephe karargâhı İnönü istasyonundan, İnönü’nün şarkındaki tepeye geldikten sonra 24. fırkanın ric’atinden endişe ve telâşa düşen İsmet bey derhal 4. ve 11. fırkalara saat 14’de güpegündüz ric’at emri verdi. (Bu sırada benim Çaycuma’dan gönderdiğim sayıca az, fakat harp gücü çok bir süvari kıt’ası cephenin sağ kanadına yetişmek üzere idi.) Hâlbuki 24. fırkanın hücum taburuyla 174. alayın birinci taburu ve cephe süvari bölüğünün kahramanca müdahalesi tehlikeyi tamamıyla izale etmişti (gidermişti). Böyle bir vaziyette karanlık basıncaya kadar beklemek mümkündü, nitekim bu birlikler ortalık karardıktan sonra ve hatta hatta gece yarısına kadar yerlerinde kalmışlar ve ancak aldıkları emir üzerine İnönü’nün şarkındaki Oklubal köyüne çekilmişlerdi.
Yunanlılar İnönü mevkiinde bilhassa bu mevziin sol kısmında şiddetli topçu, makineli tüfek ve piyade ateşiyle karşılaşınca, tasavvur ettikleri baskının daha isabetli bir tabirle keşif taarruzunun akim (sonuçsuz) kaldığına hükmederek 10/11 Ocak gecesi Bozüyük’ü yakıp boşaltmışlar ve çekip gitmişlerdi.
11 Ocak sabahı, Yunanlıların çekildiğini evvela bir köylü haber vermiş ve bu haber sonradan kıt’alardan gelen raporlarla te’yid olunmuştu (doğrulanmıştı).
İsmet Bey beyhude yere muharebe meydanından uzak kaldığı Kütahya’dan İnönü Muharebe sahasına geldiği zaman birliklerini derleyip toplayamamış ve hiç lüzumsuz yere -harp tarihinde bir eşi gösterilemez- güpegündüz ric’at emri vermek gibi büyük bir hata irtikâp etmiştir (işlemiştir).
Dolayısıyla 1. İnönü Muharebesi’nin gerçek kahramanları 4. fırka kumandanı Nâzım ve 11. fırka kumandanı Arif, 24. fırka kumandanları Atıf Beylerle 58., 70. ve 127. alaylar ve 24. fırka hücum taburuyla 174. alayın birinci taburu ve bunların cesur ve fedakâr kumandan ve Mehmetçikleri idi.”