Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden daha bugün (19 Nisan 2024) Filistin’in Birleşmiş Milletler’e tam üye yapılmasını içeren Güvenlik Konseyi kararına tek red oyunu kullandırarak veto etti ve Filistinlileri bir kez daha katil İsrail’in insafsızlığına terk etti. Birkaç gün önce de bir İkinci Dünya Savaşı anıtının açılışı sırasında yaptığı konuşmada komedi repliklerini aratmayan öyle bir laf etti ki, hem gülmek, hem de arkasındaki sinsi ırkçı ve ötekileştirici bakışı sorgulamak ihtiyacını duydum ister istemez.
İngiltere’de münteşir The Guardian gazetesi haberi şöyle yansıttı:
“Joe Biden'ın, amcasının İkinci Dünya Savaşı sırasında Papua Yeni Gine'de yamyamlar tarafından yenilmiş olabileceği yönündeki iddiası ülkede hem şaşkınlık hem de eleştiriyle karşılandı. Biden Çarşamba günü Pittsburgh'da seçim kampanyası yaparken amcası 2. Teğmen Ambrose J. Finnegan Jr. hakkında konuştu ve "Bosie Amca"nın savaş sırasında tek motorlu uçakları keşif uçuşu olarak nasıl uçurduğunu anlattı. Biden amcasının "Yeni Gine'de vurulduğunu" belirterek, "Yeni Gine'nin o bölgesinde gerçekten çok fazla yamyam olduğu için cesedi asla bulamadılar" sözlerini ekledi.
Resmi savaş kayıtları, Finnegan'ın, yolcusu olduğu bir uçağın motor arızası yaşayıp Pasifik Okyanusu'na düşmesi sonucu öldüğünü söylüyor. Kayıtlarda yamyamlıktan bahsedilmiyor ya da uçağın düşürüldüğüne dair bir bilgi yok.”
İşte böyle. Uydurma, belgesiz ve küstahça. Nitekim Beyaz Saray Sekreterine soruldu soru, o da bunun belgesi olmadığını itiraf etti.
Bir ABD Başkanı muhtemelen aile muhabbetindeki bir tevatürü kameralar karşısında uluorta söyleyince tabiatıyla Papua Yeni Gineliler bu ithama isyan etmiş ve iftiradan ibaret olduğunu söyleyip Biden’ı iddiasını ispata davet etmişler. Hatta Papua Yeni Gine Üniversitesi'nde siyaset bilimi okutan öğretim görevlisi Michael Kabuni "Papua Yeni Gine'nin dahil olduğu Malinezya halkı çok gururlu insanlardır ve bu tür bir sınıflandırmayı çok saldırgan bulacaklardır. Amcanızın uçaktan atladığını ve bir şekilde bunun iyi bir yemek olduğunu düşündüğümüzü ima etmek kabul edilemez" diye tepki göstermiş.
Bütün bir millete ‘yamyam’ yakıştırmasında bulunmak yeterince edepsizcedir. Ama eğer Biden’in dedikleri doğruysa Yeni Ginelilerle ‘akraba’lığını tescilleyen bu talihsiz lafların nereye dokunacağını bilmeden söylenmesi düşünülemez. Batının bilinçaltında gezinen bir hayaleti dillendiren bu sözlerin, Avrupa’nın başka bir kıtadaki devamı olan Amerika’da söylenmiş olması, ABD’de ırkçı önyargıların, ırkçılığı hukuka sokan Jim Crow yasalarının kaldırılmış olsa bile ruhunun hala ne kadar canlı olduğunu ve bugün olmuş bazı milletleri yamyam olarak görmeye devam ettiğini göstermesi bakımından da ibretliktir.
Yamyamlık var mı yok mu?
Avrupa’nın kendisini insanlığın merkez ve zirvesine konumlandıran, diğer ırk ve milletlere de aşağısında yer veren, ‘barbar’, ‘hayvan’, ‘şeytan’, ‘canavar’ diye yaftalayıp onları medenileştirme misyonunun da kendi ayrıcalığında olduğunu iddia eden bu tepeden bakan söylemi en çarpıcı göstergesini ‘yamyamlık’ iddiasında bulmuştur. Bazı Afrika, Avustralya ve Güney Amerika kabilelerini yamyam diye yaftalayıp kendisinin medeni olduğunu tescil etmeye kalkmak kadar büyük bir küstahlık olamaz. Avrupa veya Batı bunu hep yaptı ve Biden’ın uydurmasında olduğu gibi dünyanın gözü önünde yapmaya devam ediyor.
Batı muhayyilesinin bir ürünü olan yamyamlık gerçekten de var mı, yok mu? Uydurma diyen antropolog da var, nadiren de olsa bazı topluluklarda sınırlı olarak var olduğunu söyleyen de. Varsa bile Batılı karikatürlerde görüldüğü gibi fötr şapkalı beyaz turisti bağlayıp bir kazana koymuş aç bir güruhun yaptığı şenaat diye sunmak çok yanlış. Çünkü olduğu savunulan yerlerde bile yamyamlar açlıktan değil, değer verdikleri insanların kendi bedenlerine intikal etmesi için onların etini yiyordu, yani meselenin yeme’den (tüketmeden) ziyade bir ritüel tarafı vardı. Nitekim düşmanın kafatasından şarap içme adeti de bazılarının zannettiği gibi bir tahkir, yani hakaret eylemi değildi, kahramanlığını takdir ettiği mağlup düşmanının cesaret ve enerjisini kendi vücuduna ithal etmek gibi bugün anlamakta zorlanacağımız ilginç bir ritüel boyutu mevcuttu.
Sizin anlayacağınız, Yeni Gineliler Biden’ın ne idüğü belirsiz teğmen amcasının etini bulsalar da yemezdi, hiç merak etmesin.
Tam yamyamlığa odaklanmışken bu noktada kameraları Avrupa’ya çevirelim ve bakalım ilkel kabileleri yamyamlıkla suçlayan Avrupa ülkelerinin yamyamlık karnesi nasılmış?
Avrupa’nın yamyamlıkla imtihanı
Avrupa tarihini bize nasıl okuttular? Rönesans, Reform, Aydınlanma, Sanayi ve Bilim devrimleri... Bu dönemler gözümüzün önünden bir film şeridi gibi geçirilir. Fakat onların hangi ahlak dışı temeller üzerinde durduğuna ve bunları insanları ve ülkeleri sömürerek nasıl başardıklarına dair bir açıklama bulamazsınız.
Halbuki Rönesans da, Reform da, Aydınlanma da öyle pürüzsüz, kusursuz dönemler değildir. Bu dönemlerin içerisinde öyle kanlı ve kinli olaylar vardır ki, maalesef bizim kitapları yazanlar kusur ve ayıplarını örterek pırıl pırıl bir Avrupa vitrini çizer. Bu vitrinde falancanın keşfi, falancanın icadı, hatta dünyayı keşifleri gırla gider.
Her normal insan bir tanışma ortamında kendisinin hasletlerinden, başarı ve üstünlüklerinden bahsedip kötü yönlerini gizler. Normal milletler de böyledir. Dünyada milletler kötü taraflarını, mağlubiyetlerini, başarısızlıklarını vs. çocuklarına anlatmaz; bunun yerine zaferlerini, yetiştirdiği başarılı ilim adamları ve kahramanları tanıtır. Fakat nasıl oluyorsa bizim ders kitaplarını yazanlar Batı’nın üstün taraflarını anlatıyor ama kendi tarihimizde ufacık bir hata bulsa onu gözümüze sokmaya, hafızamıza kazımaya kalkışıyor.
Peki bu bizi her fırsatta kötüleyen ama Batı’yı yücelten ders kitapları kimler yazdı?
Bu kitapları bir Türk yazabilir mi?
Bir Müslüman böyle kitaplar kaleme alabilir mi?
En azından körpe zihinleri kirletmemek adına bunu yapmazsın, değil mi? Kendisinin başarılı taraflarını, düşmanının açığını anlatmak suretiyle bir tarih bilinci ve moral vermeye çalışırsın yeni nesle. Normal olanı da bu değil midir? Lakin her nasılsa bizim kitaplarımızda Batı/Avrupa kusursuzmuş gibi anlatılırken bizim hatalarımız yerden yere vurulur.
Böyle gelmiş ama böyle gitmez; kitaplarımız bizim gözümüzle yazılana dek mücadeleye devam.
Avrupa saraylarında yamyamlık
Dr. Richard Sugg Mummies, Vampires and Cannibals (Mumyalar, Vampirler ve Yamyamlar) adlı kitabıyla 18. yüzyıl dahil Avrupa saraylarında hanedanlar ve aristokratlar arasında insan kanı, insan eti, insan yağı ve insan kemiği (mumyalar dahil) tüketildiğine dair –ki buna corps medicine (ceset tıbbı) deniliyormuş- sarayların arşiv belgelerini ortaya koydu. Ayrıca genç birinin baltayla idamından sonra akan kanın bir kovaya toplanması için saraydan görevlilerin gönderildiğini ve mahkûmun kafası kesildikten sonra saraya getirilen kanın yaşlı kralı veya kraliçenin yemeklerine gençlik iksiri olarak katıldığını belgelerle açıkladı.
Acaba bunları tarih kitaplarımız niye yazmaz? (Kitaplar hakikaten “bizim” olsaydı yazardı elbette.) Genç insan kafataslarını havanda ezip toz haline getirdikten sonra yemeklere kattıklarını neden yazmazlar? Ünitede Avrupa tarihiyle ilgili sayfaya bir küçük pencere açılarak bu bilgilere yer verilebilir. Fakat yapmazlar, çünkü bu kitapları biz yazmadık.
Bu hakikatleri ortaya koyan Dr. Sugg, sindirilmiş bir araştırmacı. Doğruyu söylemek Türkiye’de olduğu kadar başka coğrafyalarda da ne yazık ki kahramanlık isteyen bir iş.
Eğri oturup doğru konuşalım: Tam tersinin olması, yani doğruyu söyleyenin ödüllendirilmesi, yalanı söyleyenin yerin dibine batırılması gerekmez miydi? Nasıl oluyorsa doğruyu söylemek suç teşkil ediyorken yalan söylemek kişiyi istediği makama ulaştıran altın bir merdiven haline gelmiş durumda. Bu asla kabul edilemez. Öncelikle kitapların acilen revize edilmesi, içinde hak olan neyse onun yer alması gerekir. Tarihçilerin de bunları ortaya koyacak kadar cesaretli olması gerekir.
Hollandalılar başbakanlarını pişirip yemişti
Geçen ay Gaziantep’te Şehreküstü semtinde bulunan Şıh Camii’ne giderken Hollandalı bir Türk turist grubunu gezdiren rehber grupla beraber yanıma geldi. Onlara şunu sordum:
-Okulda Hollanda tarihinde bir başbakanın öldürüldükten sonra etinin pişirilip yendiği öğretildi mi size?
Cevaben ders kitaplarında böyle bir bilgiye rast gelmediklerini söylediler. Onlara bu gerçeğin araştırmalarla sabit olduğunu söyleyip kaynaklarını verdim. Olay şu:
John De Witt adında Hollanda krallığını devirip yerine cumhuriyeti kuran talihsiz bir adam kardeşiyle birlikte kralcıların öfkesi üzerine çıkan bir isyanda öldürülmüş, ardından vücutları parçalanmış, yetmezmiş gibi etleri pişirilip yenmiş. Evet yenmiş! Kusursuz bir yamyamlık örneği bu! (Geniş bilgiyi yeni baskısı Hümayun Yayınları’ndan çıkan Avrupa’nın 50 Büyük Yalanı adlı kitabımda bulabilirsiniz.)
Gruptakiler hayret etti ve Hollanda’ya dönünce hocalarına bu bilgilerin bize neden anlatılmadığını soracaklarını söylediler.
Görüldüğü gibi Avrupa’da 17. yüzyılın ikinci yarısında, hatta Dr. Sugg’a bakılırsa 18. yüzyılda dahi yamyamlık örneklerine rastlamak mümkün. Ama bunları bilmiyoruz, bilmemiz de istenmiyor. Çünkü bilsek bunlar varken neden Batılıyı rehber edindiğimizi sorgulayanlar çıkacak.
(Kaynak isteyenler buyursun: Herbert H. Rowen, John De Witt: Statesman of the “True Freedom”, Cambridge University Press, 2002, s. 218.)
Asıl ceset yiyenlerin Biden’in ataları olduğu gerçeğini ders kitaplarımıza ne zaman geçireceğiz?