Fransa`nın, Amerika`nın, İngiltere`nin vb.. çıkardığı iyi şairler var. 19`uncu yüzyılda, 20. yüzyılda. Bunlar arasında Baudelaire gibi, Rimbaud gibi hakikî anlamda çığır açıcılar var. T.S. Eliot var [İtalyan şairi Engenis Moutale, T.S. Eliot`un ‘objektif ve correlative’ adını vererek kuram haline getirdiği şiirde o zamana kadar farkına varılamamış olan bir halin, kendisi tarafından bulunduğunu, kendisinden dergisi Criterion için ürün isteyen T.S. Eliot`a bu buluşunu içeren bazı çalışmalarını gönderdiğini bir konuşmada anlatıyor.]
Gençbir Türk şairi çağın şiirini temsil eden bu isimler (başka isimler de verilebilirdi) ile karşılaştığı zaman onları özenle okuyacaktır. Yazdıkları dilde veya yapılmış çevirilerinden.
İmdi, bu gençTürk şairi Fransızca ya da İngilizce şiirler mi yazmalıdır?
Gençşairin, anadilini bir kenara bırakıp Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca ile şiirler yazmasını düşünebiliyor musunuz?
Bu, şiir sanatının mahiyetine yabancı kalmak demektir. Sanat ve bilimde Öz`ün esas olduğunu biliyoruz artık. Her yetenek, bunu kendi içinde bulup onaylar bu ise -tartışılması bile fazla- ana dilde olur. O kadar doğal bir şeydir ki, insanoğlu bunun farkında da değildir. Dil deniz, şair de masumiyetin doğal güzelliği ile o denizde yüzen balıktır.
Zamanımızın en geçerli dili haline gelmiş olan İngilizce üzerine biraz düşüneceğiz. Bilindiği gibi İngilizce`nin tartışılamaz üstünlüğü bulunduğunu iddia halinde odaklar bulunuyor yeryüzünde. Buna karşılık bunca yaygınlığına karşın kimse çıkıp da edebiyatın ancak İngiliz dili ile -Amerikanca- yapılabileceğini iddia etmemiştir. Edemez de. Anadil realitesi buna izin vermez. Maksatlı bazı düzenlemeler ve düzenler, dolap çevirmelerin kalkışmaları dışında aklıselimi kimse tartışmaz.
Dolapçılar belki şöyle geçirirler içlerinden: Edebiyatın da günü gelecek!.. Yönetim biçimlerinin, bilimin defteri dürüldü, sıra sanatta. Şiirde ve ötekilerde. (Bu son cümlede soru işareti de ünlem de yetmiyor âdeta.)
İnsan fıtratının önünü kapamak ihtirası mı acaba çağımızın menfi yüzünde olup bitenler?..
Bilimde İngiliz dili ve Amerikan göğü… Bu dil yayılıyor, bu gök genişliyor. Ama bir balon da genişler. Göğü bir balon sanıp şeytanî bir çocukluk içinde günlerini gün etme peşinde olanların elinden Hakikî lerin şu hayatta çektiği…
Kimya ve fiziği matematik diliyle ifade etmede çağımızın ilim ortamında büyük bir yenilik getirmiş olan, meşhur Türk Oktay Sinanoğlu, bilimin Türkiye`de Türkçe yapılması gerektiğini tekrar tekrar hatırlatıyor. Enerjisini belli bir yaştan sonra -emeklilik deyip köşeye çekilmek yerine- bu ideale adamıştır. Diyor ki: ‘1980`de YÖK kurulunca Türkiye`de gelişmekte olan araştırma havası söndü. Ü niversitelerde İngiliz dilinden eğitimlerini yapma modası başlatıldı. (Sonunda, bugün, üniversiteler, artık, bilimin yapıldığı yerler değil de, âdeta birer İngilizce öğretme dershanelerine dönüştürüldüler) Abdullah Kızılırmak, elli yaşında Ege Ü niversitesi`nden uzaklaştırılmış. Aradım, buldum köyüne gitmiş, tavukçuluk yapıyormuş. Bir süre sonra hanımından mektup aldım: Abdullah gençyaşta üzüntüsünden vefat etti yazıyordu. Ne kadar üzüldüğümü anlatamam.’
İkinci Dünya Savaşı öncesi ile sonrası bir süreçte bir sendromu keşfeden ve şimdi adına ‘Behçet sendromu’ diye dünya tıp literatüründe yerini almış bulunan Dr.Hulisi Behçet de üniversite bürokrasisinden yılmış da istifa etmiş, herhalde ayrılmaya mecbur edilmiş. ‘Nuruosmaniye`de lâhana satmaya başlamıştı’ diye bir ara gazetenin birinde gözüme ilişmişti.
YÖK döneminde hocaya soru soramaz öğrenci. Hoca kızar. Nice olaydan bunu biliyor toplum. Ama ne çare!.. Osmanlı eğitim sistemini gözden düşürerek yeni dönemin şansını artırmak için propaganda edilir hani: Hoca`nın uzun kızılcık değneği çocuğun kafasına iner. Kabahat büyükse ‘yıkın falakaya şunu.’ Gerçi bunlar elbette vardı. Ömer Seyfettin`in Falaka`sında anlatılıyor. YÖK anlayışında işler bilim adına daha beterdir. Soyut kızılcık, soyut falaka. Bir tür işkence, entellektüel varlığının cezalandırılması diyebiliriz.
Oktay Sinanoğlu diyor ki: ‘Araştırma yapan, birşeylerin peşine düşen, araştıran insanda bilimin heyecanı olur. Ve en önemli şey öğrenciye bu heyecanı aşılamaktır.Heyecan bulaşıcıdır. Bu olmazsa, hoca bir müddet sonra bir gramofon plağı haline gelir. Böyle eğitim olmaz.
Ben bundan hareketle size derim ki bilim olsun sanat olsun anadil ile düşünülür. Bunun engin bir içyaşantısı vardır. ‘Kelime ve ruh birleşir’, geçmişten gelen, geleceğe böyle ilerler. Şimdi olduğu gibi Amerikalı uzmanlar Türk eğitimini kontrol ederse olmaz bu.
Allah rahmet eylesin…
 

YORUMLAR