Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Mehmet Ali NALBANT
Mehmet Ali NALBANT

Hangi Afrika?

Daha İstanbul’dan uçağımız teker kaldırdıktan bir saat sonra hava korsanları tarafından Kudüs’e kaçırılmaya çalışıldı. Öyle ki biz sağ ve solumuzda mühimmat yüklü İsrail savaş uçaklarını görene kadar işin ciddiyetine henüz varamamıştık bile. O an her gazetecinin yaşamak istediği anlara şahit oluyorduk. Uçağın arka kısmında olduğumuzdan çekim yapmamız da çok zor olmamıştı.

Uçaktaki Mısır polisi ve arbedeye karışan yolcular sayesinde sağ salim inebilmiştik Kahire Havalimanı’na.

Arap Baharı olaylarının yaşanmasından birkaç yıl önceydi bu Mısır ziyaretimiz. Hüsnü Mübarek’in gücünün zirvesini zorladığı dönemlerdi. Kahire şehri deyim yerindeyse tam bir keşmekeş yaşarken Afrika ve Ortadoğu kavramları arasında resmen sıkışıp kalmıştı. Ne bir yerel yönetim hizmeti ne de ulusal projeler vardı. Yaşam kalitesi uzak düşüyordu buralara.

Güney Afrika Cumhuriyeti ise son derece modern gibi görünse de kölelik döneminin izleri henüz silinmemişti.  Geniş evler ve malikanelerde kölelerin yaşadığı evin küçük bölümleri hala duruyordu. Belki de tekrardan eski sisteme dönüleceğini hayal edenler vardı, bilemiyorum. Ama o görkemli malikanelerin hemen yan kısımlarında barakadan evler de gözümüzden kaçmamıştı. Johannesburg’da bırakın bir beyaz olarak sokağa çıkmayı güvenlik gerekçesiyle arabanın camını dahi açamıyorduk. Cape Town, Durban ya da Tzaneen öyle değildi. Gayet rahat biçimde Güney Afrikalılarla iletişim kurabilmiştik.

Kenya’nın başkenti Nairobi ve Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa bile bambaşka izler taşıyordu. Etiyopya’da kent yaşamı ile kırsal yaşam arasında derin bir uçurum vardı. Şehir merkezlerinde yaşayanlar bizlerin muhtemelen 1950’li yıllarda yaşadığı hayatı sürdürürken kırsaldaki durum daha feci idi. Köy dediğimiz yerler aslında sadece çalı çırpı ile yaşam alanı haline getirilmiş 9 metrekare civarında ve üzerlerine bez parçaları serilmiş olan küçük çadır şeklindeki yerlerden oluşuyordu. Ne elektrik ne de uygarlığın herhangi bir izi vardı. Pilli radyo bile yoktu. Eğitimlerini dikey tahtalar üzerine kazıyarak yazan çocuklar aynı tahtadaki yazıyı kazıyıp tekrar kullanıyorlardı. Henüz daha kağıt-kalemle tanışanına rastlanmamıştı. Devlet sanki bu insanları fırlatıp dağın başına atmış ve ardından resmen zaman makinesi bizi alıp taş devrine ışınlamıştı. Tüm bunlara rağmen siyah bakışlarının gizlediği bembeyaz dişlerini ortaya çıkaran mutluluk tebessümleri bizimkilere hiç benzemiyordu. Öylesine içten gülümsüyorlardı ki hala benim için bir merak konusu bu durum.

Tunus, Fas, Libya, Mısır ve Cezayir’de Akdeniz’in izlerine rahatlıkla rastlanabiliyor. Nispeten orta Afrika ülkelerine nazaran farklı bir yaşam tarzı var. Bir de kara kıtanın beyaz tarafı olmanın ayrıcalığı da onları bugünlere bu şekilde taşımış. Bizim hemen hemen 10-15 sene öncemizi yaşıyorlar.

Bakmayın siz Afrika Birliği diye bir örgütün olduğuna. Daha kendi içinde bile en az 6-7 parçaya bölünmüş durumdalar. Sahra altı ülkeleri orta kısımdakileri hakir görür. Kuzeydekiler batıdakileri beğenmez.  Güneydekiler doğudakileri sevmez. Karmakarışık bir tablo. Böylesine bir tablo özellikle Fransa ve İngiltere gibi emperyalist ülkelerin iştahını kabartırken bu duruma “Artık yeter!” diyerek batı Afrika’dan başlayan bir başkaldırının sebebi olan güçlü bir Türkiye var artık dünya sahnesinde.

“Mazlumların umudu” sözü boşuna değildir. Bilhassa Fransa’nın diktasına ve kendi ülkesinde kullanamadığı Frank cinsinden parasını, hükmettiği Afrika ülkelerine dikte etmesine son verdirebilecek bir kazan-kazan politikası var artık Türkiye Cumhuriyeti’nin.

14 yıl önce ziyaret ettiğim topraklar yavaş yavaş kendi kaderini çizmek için yeni bir boyuta giriyor. O günlerde bunların yaşanabileceğini söylesek belki de hiç kimse inanmazdı ama şimdi durum bambaşka. Ülkemiz yalnızca Afrika değil dünyanın en doğusundaki Arakan’dan en batısındaki Güney Amerika ülkelerine kadar tüm mazlum coğrafyaların umudu olmaya devam edecektir. Yeter ki biz kendi içimizdeki birliğimizi güçlendirelim. Gerisi bu millete vız gelir.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER

ÖNE ÇIKANLAR