Anahatlarıyla İmge, Şiirde İmge ve İmgeci Şiir

I.

Şairin önüne bir imgeler heyulası dikilmiştir dersek birçok şiir kuşağını zihinsel olarak da meşgul eden, şiirde tam anlamıyla kavranılamamış çok çekici fakat değinilip geçilen bir şiir meselesini fark etmiş olacağız. Bana kalırsa imge özneldir her şair için, kendi mahrem içdünyasını tanıma olayıdır. Kestirmeden söyleyelim ki bir imgenin taklidi, bu taklide yelteneni gülünçduruma düşürür. İmge taklit edilemez. Kişinin imgesi, o kişiye ait bir şeydir. Bununla birlikte farklı ülkelerin şairlerinde birbirlerinden habersiz olarak benzeşen görünümler taşıyan şiirlere rastlanabilir. Bir çağda yeni bir şiiri farklı ülkelerde şairler birbirlerinden habersiz olarak sezebilirler. Böylece birbirini andırma olayı yaşanabilir. Fakat bu istisnaidir. Yeni bir şiirin sezildiği dönüşümlerde şiir coğrafya tanımayabilir.

Fransız şiirinde symbolisme anlayışının, Yahya Kemal, isim babasının Jean Moreas olduğunu kayıt düşer. Hayatın içinde yatan olguların bir keskin kelime etrafında nesnelleşmesidir diyebiliriz sembolist tutuma. Bu şairin mizacından da gelen bir yoğunlaşmadır. Simgenin (yarışan bir şaire) çekici gelmesi olayı vardır. Birçok örnekleri sembolizm hakkında yazılmış incelemelerde görülür. İmge ise böyle değildir. Kuşkusuz imge ile simge arasında şairin sezgilerini şiirle, şiirinde irdelemesi sürecinde bir bağıntı yok değil. Bu bağıntı simgenin odak seçilmiş kelimede yoğunlaşması suretiyle doğmasına karşılık imge modern şiirde şairin poetik açılımıyla bir sonucu göstermek istemesi şeklindedir.

Şiir dilinde şairlerin birbiriyle yarışması olayı var. Klasik şiirde imkânların tüketilmiş olduğuna karar veren XIX. yüzyıl şairlerinden bazıları farkına varmadan simgeden imaja doğru bir yolculuk halinde bulunuyorlardı. Bunun tipik örneği olarak meselâ Mallarmé nin şiirindeki gelişmeleri gösterebiliriz. T.S. Eliot ın Fransız Jules Laforgue nin şiirinden yola çıkışında, başlangıçta simge merkezli bir çalışması vardı. Eliot giderek imgelerle şiir yazmaya başladı. 1913 te Ezra Pound imgeyi tanımlamaya yöneldiği ve İmgecilik ilkelerini kendi kafasında belirleyip ortaya attığında T.S. Eliot, Pound u henüz bilmiyordu. Londra da tanıştıkları zaman Pound, T.S. Eliot ın Alfred Prufrock un Aşk Şarkısı şiirini görünce bir hayret yaşamış ve bunu şu sözlerle dile getirmişti: 'Kendi kendini modernize etmiş bir şair.' İmge dediğimiz, T.S. Eliot ta simgeden imgeye geçişin şiir sürecinde bir sonuçlanma hali gibidir. Nitekim imgenin yukarıda ana hatlarıyla imlemeye çalıştığımız tarihi seyri de biraz böyledir. Çoğu imge ağırlıklı şair başlangıçta klasik sembolleri kullanmışlardır. Günümüzde imgenin egemenliğini kurduğu son dönemlerde de simgeden hoşlanan şairler yok değildir.

II.

İmgenin taklidi olur mu? Bilindiği üzere, intihal, başkasına ait bir edebi buluşu, kendi buluşuymuş gibi göstermek maksadıyla gaspetmek eylemi olarak tanımlanabilir.

Sembolün gaspı mümkündür bin dört yüz seneden beri Divan şiirinde simgeler gasp olunmuştur. Tanım gereği böyle diyoruz burada. Simge, kimseye ait sayılmamıştır. Geçmişe bakacaksak görünen, ikinci bir şairin bir simgeyi duyarlılığındaki özel bir noktayı ortaya koymak üzere, kabul etmesidir. Divan şiirinde ise mazmun sadece simgeyle açıklanamazsa da simgelerde yarışma geleneği kurulmuştur. O zamanlardan şiir okuru da bundan zevk alıyordu.

III. Buna ihtimal verilebilir

Nesnede şiir ezelden bulunur mu? Buna ihtimal verilebilir. Çünkü aşk, şiirden öncedir. Şair, evrende yayılı olan şiiri kalbinde toplamaya çalışır, çalışandır. İçimde söz isteyen şiir beninin, şairin diyesi bu.

Şair, çocuğun, 'düşünceyi objeye bağlı olarak tasavvur etmesi' örneği, şiiri eşyaya bağlı, eşyada içkin kabul ederse, bu, şiirin ancak bir türlü anlaşılışı olacaktır. Şiir bu çerçeve içine alınmayı kabul etmeyen bir olgu bir potansiyel, sınırsız bir manevilik imkânı olarak bize kendini içten içe duyurur.

Varsayalım, ilk insan ile metropolde (belki) son insan ikisi de şair yaratılmışlar, şiir yetisini içerilerinde taşımaktalar. Arada muazzam bir geçen zaman kütlesi var. Düşgücümüzle onları aynı vakitte buluşturalım.

a) İlk insan, çağımızda bir metropole gelmiş olsun. Bir insan, bir şair şaşırır, belki korkar, hayrete girer, belki lâl olur. İçindeki şiir yetisi kaybolur mu? Bu ilk-şair in bir azâbı söz konusudur artık o, gündüzleri telâş, acele ve kavga, geceleri ise sessiz ama gündüz gibi aydınlık Kent te öz duyarlığının anlaşılamayacağını, onların, 'özlemeyen' insanlar olduğunu düşünecektir. Özlemeyi yitirmiş bu insanlara neyi seslensin?

b) Kıyamete yakın olduğumuzu duyumsayan şairi ilk insanlar arasında görmeye çalışalım: 0, bir şairdir. İlk şairle tanışsın. Birbirlerini bilsinler. Nesneler etrafında oluşan şiirini, bizzat kendisi ayrıntılara boğulmuş, ya da kirli bulmaz mı? Bir ân için konunun dışında kaldığı içinden geçse, konumunu kaybetmiş hissedebilir. Çok binlerce yıl geriye dönüşünde, o yitimsiz kalbî liğin orada balkıdığını görüyordur. Gözleriyle anlaşabilirler mi? Metropolün şairi yitirdiği yetiyi nasıl gösterecek.

Haftaya ikinci bölüm...