Yazar, şair, gazeteci Şakir Kurtulmuş; İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri Bölümü’nü bitirdi. 1977 yılından bu yana çeşitli gazete ve dergilerde çalıştı. Yayıncılık ve editörlük çalışmaları devam etmektedir. Edebiyatın hayatla iç içe olduğu inancı ile yayıncılık, editörlük, çeşitli edebiyat atölyelerinde eğitmenlik gibi hayatını edebiyat ile şekillendiren yazar, şair Şakir Kurtulmuş ile hayat ve edebiyata dair bir söyleşi gerçekleştirdik. Siz değerli okurlarımızın ilgilerine sunuyoruz: 

Whatsapp Görsel 2024 02 15 Saat 15.53.27 35B9307C


Okuma ve yazma yolculuğunuz nasıl başladı, kimlerin tesirinde kaldınız?

 Okumaya karşı çocukluğumuzda başlayan ilgi giderek arttı. İlk zamanlar okuyacak kitap bulmada çok sıkıntı çekiyorduk fakat zamanla elimize ne geçerse okumaya gayret ediyor, böylece okuma açlığımızı gidermeye çalışıyorduk. İlk okuduğumuz kitaplar Eskişehir’in Sıcak Sular diye anılan çarşıdaki küçük dükkanların tezgahından seçerek aldığımız çizgi romanlardı. Elimize geçen parayı bu kitaplara veriyor, arkadaşlarla birbirimizde olan  kitapları değiştirerek okuyorduk. Sonra Kemalettin Tuğcu’nun kitapları ile tanıştık, onları okumaya başladık. Elimizde çok miktarda kitap olmadığı için ‘Köprü Altı Çocukları’nı birkaç kez okuduğumu hatırlıyorum. Babamın getirdiği gazetelerden kuponla biriktirdiğimiz çeşitli kitapları da alıp okuduğumuz dönemler.Ortaokul son sınıfta şiir yazmaya başladığımızda okuduklarımız da daha çok edebi kitaplar olarak değişim göstermeye başladı. Daha çok şiir kitabı daha çok hikâye kitabı okumaya başlamıştım. Lise sıralarında okulumuzda düzenlenen bir şiir yarışmasına katıldım orada yazdığımız şiirler dereceye girdi, ödül olarak çeşitli kitaplar hediye edildi. Lisede edebiyat öğretmenimizin teşviki ile daha çok edebi eserler okumaya başladım, bizden iki dönem üstte olan Mustafa Özçelik ile tanıştım. Bana hediye olarak Sezai Karakoç’un yeni çıkan küçük boy bir kitap olan ‘Gül Muştusu’nu hediye etti. Sezai Karakoç’u ilk olarak bu kitapla tanıdım, bu kitabı birkaç kez okuduktan sonra başka şiir kitaplarını alıp okumaya başladım. Aynı dönemde Ankara’da çıkan Edebiyat dergisini de takip ediyor, yeni başlayan yayınlarını çıkar çıkmaz temin ederek okuyorduk. Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Akif İnan, Alaeddin Özdenören, İsmail Kıllıoğlu Edebiyat dergisinde sıklıkla okuduğumuz isimler ve kitapları yeni çıkmaya başlayan yazarlarımızdı. Bu çerçevede okumalarımız edebi türler üzerinde yoğunlaştı okuyacak kitabımız azdı, okul kütüphanesinde klasiklerin olduğunu gördüm. Bir süre kütüphanedeki klasikleri sırayla okudum. Bu arada Eskişehir’de bir duvar gazetesi çıkardık, arkadaşlarımızın oturduğu evde bir panoda yazdığımız şiirleri, denemeleri yayınladık. Eve gelenler önce gazeteyi okuyor sonra içeri giriyordu. Gazetede benim gibi lisede okuyan arkadaşların ürünleri yer alıyordu. Birbirimizin şiirlerini, öykülerini, denemelerini bu gazetede okuyorduk. Kendi aramızda değerlendirmelerde bulunuyorduk. Ürünlerimiz hakkında büyüklerimizin söylediklerini dikkate alıyor, üzerinde konuşuluyor olmasından mutlu oluyorduk. Bu gazetenin beğenilmesi ve Eskişehir dışındaki arkadaşlarımızın talebi üzerine Bursa, Kahramanmaraş ve İstanbul’da yayınlanmak üzere her sayıyı dört nüsha olarak elle yazıyor ve bu illere de gönderiyorduk. Üniversite tahsili için İstanbul’a gittiğimizde sanatın, edebiyatın, kültürün, kitabın merkezinin böyle büyük bir kentolduğunu görünce daha çok ilgilenmeye başladık. Etrafımızda düzenlenen edebi faaliyetlere haberdar oldukça katılmaya çalıştık. Bu tür etkinliklerden çok yararlandığımızı söylemeliyim. Sahaflardaki kitapçılarda çok vakit geçirmeye yeni çıkan kitapları takip etmeye başladık. Mavera dergisinin yayına başlaması ile derginin İstanbul’da dağıtımı ile ilgilendik. Daha sonra şiirlerimiz de burada yayınlanmaya başladı. Böyle sürüp giden edebi bir yolculuk işte, bizi bırakmadı, biz de onu bırakmadık.

Whatsapp Görsel 2024 02 15 Saat 10.58.43 C1614Fbf


6 Şubat'a yaklaşırken, bir yıldır deprem bölgesi ile ilgili ekip hâlinde gerek sahada gerek İstanbul'da çok kıymetli çabalarınız, dokunuşlarınız var. Süreci, çalışmalarınızı, seyahat izlenimlerinizi anlatır mısınız? 

6 Şubat depremi bize, depremi yeniden hatırlattı. 1999 depreminden sonra böylesi büyük bir deprem yaşanmamıştı. 10 büyük il, ilçeleri, köyler, çevre yollar oldukça geniş bir coğrafya bu depremden etkilendi. İlk günlerin şokunu atlatınca biz de arkadaşlarla hazırlık yapıp deprem bölgesine gittik. Gitmeden önce bölgedeki arkadaşlarla sürekli iletişim halindeydik, acil ihtiyaçları belirleyip giderken yanımızda götürebildiğimiz kadar götürmeye gayret ettik. Çadırkentlere gidemeyen, hasarlı evlerinde ya da akrabalarının yanında kalan ailelere ulaşmaya çalıştık, onların ihtiyaçlarını görmeye gayret ettik. Gittiğimiz yerlerde en çok hüzün vardı. Depremin sıcaklığı her yerde hissediliyordu. Psikolojik desteğe ihtiyaç duyuyordu aileler, çocuklar. Bölgede bu konularda hızlı hareket edildi, destek verilmeye başlandı. İhtiyaç duyulan yiyecek, içecek, giyecek türü malzemeler bir şekilde karşılanıyordu. Ülkenin her yanından çok büyük çapta yardım konvoyları yollara koyuldu. Kamyonların tırların konvoy halinde bölge yollarındaki unutulmaz hikayeleri hâlâ hafızalarımızda canlılığını koruyor. Büyük cesaret gösterilerine şahit olduk, onlar için saniyeler çok önemliydi bir an önce bölgeye ulaşmaları gerekiyordu. Sürüş anında sadece zihinlerinde deprem görüntüleri canlanıyor ve bir an önce orada yardım bekleyenlere kavuşmanın heyecanı ile deli gibi araç sürüyorlardı. Küçük otomobille giderken biz de gördük bu cesaret delisi şoförlerimizi. İlk bir iki günün şaşkınlığı çok çabuk atlatıldı, yardım kuruluşları peş peşe deprem bölgelerine ulaştı ve yaraları sarmaya gayret ettiler. Biz de bu çerçevede imkânlarımızı bir araya getirerek ihtiyaç sahibi depremzede kardeşlerimize ulaştırmaya gayret ettik. Bölgeye her gidişimizde yaraların sarılmaya çalışıldığını, sürecin uzun olacağını bu yüzden yavaş yürüyor gibi görünse de aslında çok hızlı çalışıldığına şahit olduk. Depremin daha yeni olduğu saatlerde hemen organize olup soğukta üşüyen ıslak giysilerle kar altında kalan depremzedeleri ‘insan medeniyet hareketi’ndeki dostlarımız kısa bir süre içinde lojistik merkezi haline getirdikleri okula alarak ısıtıyor, battaniye veriyorlar, üstlerindeki ıslak giysileri çıkarıp kurutuyorlar. Yine birkaç saat içinde okulun mutfağında doğalgazla çalışan ocakları tüp gazla çalışır vaziyete dönüştürerek depremzedelere sıcak çay ve çorba ikramında bulunuyorlar. Buna benzer pek çok çalışmayı ilk gün deprem bölgelerine gelerek uygun yerlere çadırlarını, mutfaklarını kuran yardım kuruluşları da başlatıyor, ilk günden başlayarak depremzedelere yemek ikramında bulunuyorlar.Çadırkentlere yakın yerlerde kurulan bu mutfaklar her gün binlerce depremzedeye sıcak yemek ikramında bulundu. Biz ziyaretlerimizde çadırkentlere uzak yerlerde barınan, hasarlı evlerinde kalan ya da mahallelerinde ağaçlık alanlara kurulan çadırları ziyaret ederek ihtiyaç sahiplerine götürdüğümüz yardımları birebir dağıtarak hem ilk elden yardımları sahiplerine ulaştırmış olduk hem de görülmeyen, geri planda kalmış evleri, aileleri ziyaret edip yakından tanımış olduk. 
Bu ziyaretlerimizde bizi çok etkileyen bir şey oldu onu anlatayım, gittiğimiz her bölgede karşılaştık bizi çok etkileyen bu durumla. Bir şehrimizde yine gözlerden uzak yerlerde hasarlı evlerinde ya da tek tük dağınık bir vaziyette kurulmuş olan çadırlarda yaşayan aileleri ziyarete gidiyoruz ve onlara acil olarak neye ihtiyacınız var, bizden istediğiniz bir şey var mı diye sorduğumuzda sanki sözleşmişler gibi her biri aynı cevabı veriyor. ‘Yok teşekkür ederiz bizim bir şeye ihtiyacımız yok, yalnız benim komsumun evi yıkıldı, yanımdaki evde oturan komşularımızın evi çok hasarlı, dışarda kalıyorlar, onların ihtiyacı olabilir, onlara götürün’. Böyle cevap aldık çok yerde. Bizi çok etkiledi bu cevaplar. Hatay’da, Malatya’da, Kahramanmaraş’ta, Adıyaman’da, İskenderun’da acının içinde kavrulmuş yüreklerden dökülüyordu bu güzel cümleler. Çocukların mahzun bakışları hiç gitmiyor gözümüzün önünden. Sıkılarak, çekinerek yakın bir mesafeden izlemeyi tercih ediyorlar bizi. Kendilerini fark ettiğimizde gelin diye yanımıza çağırdığımızda utanarak geliyorlar. Tabi kısa bir konuşmanın ardından yüzler gülüyor, şakalaşıyoruz birlikte. Neşelerinden pay almak istiyoruz biz de.

Whatsapp Görsel 2024 02 15 Saat 10.59.37 5E296Af0

Ve deprem şiirleri...Neler söylemek istersiniz bir dörtlük paylaşır mısınız?

 Depremden sonra sık sık ziyaret etmeye çalıştık bölgeyi. İmkânlar ölçüsünde gerçekleştirdik ziyaretlerimizi, elimizde yeni imkânlar biriktikçe yola koyulduk. Paylaştıkça çoğaldı, verdikçe daha çok birikti. Bize gelenleri, birikenleri hiç bekletmeden götürüp bölgede soğukta çadırlarda ısınmaya çalışan, yiyecek, içecek, giyecek ihtiyaçları olan kardeşlerimize ulaştırmaya çalıştık. Bu seyahatlerimizin ikincisinde şiirle yüzleşmeye başladım. Notlar aldım, biriktirdim, içime doğan mısraları tekrarlayarak dolaşmaya başladık deprem bölgelerini. İçimizin sesine kulak verdik. Birer birer geldi şiirler. Yazdıkça bölüm bölüm çeşitli dergilerde yayınladım. Tamamı bitince 18 bölümden oluşan deprem şiirlerini topladığımız ‘Hiçbir Mevsime Sığmıyor Kuşlar’ kitabı doğdu ve ekim ayında çıktı piyasaya. Kitabı ‘6 Şubat 2023’te yaşadığımız büyük depremde kaybettiğimiz canların anısına’ ithaf ettim. 
‘kimseye duyurmadan
utandırmadan aşkı
ölüyorum yavaş yavaş

tutamıyorum ellerini depremin
ölümün üzerine kar yağıyor’

‘sana yeşil çok yakışıyor
bana siyah
karanlığa alıştıkça gözlerim
ilk cemre düşmeden
karlar arasında geliyor deprem
ölüyorum yavaş yavaş

şairlerin üzerini örtelim şiirle
üşümesinler
sabaha az kaldı

tutamıyorum ellerini depremin
ölümün üzerine kar yağıyor

sessizlik lütfen
belki bir umut belki yeni bir can’

Depremde yitirdiğimiz canları rahmetle anıyoruz.

Whatsapp Görsel 2024 02 15 Saat 11.00.35 4E89F63E

Yusuf'un Kuyusu yeni baskı ile raflarda yerini aldı, hayırlı olsun. Öyküsünü bizimle paylaşır mısınız?

Uzun süren bir fetret dönemi yaşadım. Bu sürecin ardından yeniden doğduğum günleri okuyarak geçirdim. İki yıl boyunca çıkan dergileri karıştırdım, kitapları takip ettim, bulabildiklerimi yoğun bir süreçte okumaya gayret ettim. İki yıl süren yoğun okuma sürecinden sonra yavaş yavaş yeniden şiirle akrabalığım öne çıkmaya başladı ve şiirler yazmaya başladım. 23 yıl süren bu fetret döneminden sonra yazdığım ilk şiir ‘Konuşmak Üzre Sustum’ başlıklı şiirdi, onu yayınladım. Uzun bir şiirdi. Ardından ‘Yusufun Kuyusuna Razıyım’ ve ‘Akdeniz’e Düşen Çocukların İlk Sözleri Gibi’ şiirlerini yayınladım. Bu üç şiir de oldukça hacimli şiirler oldu. Kitabı hazırlarken bir de ‘Saklı Gölgeler’ şiirini içine alarak bu dört şiirle oluşan kitabımıza ‘Yusufun Kuyusu’ adını verdik. 1985 yılında yayınlanan ilk kitabımız ‘Ah Güzel Bir Gün’ den sonra ikinci şiir kitabımız 2013 yılında yayınlanmış oldu.

Whatsapp Görsel 2024 02 15 Saat 11.01.26 2Cd42095

 Sizin bankta yatan bir kimsesiz, bazen bir çocuğun hüzünlü bakışını yakalayan hayata dair duyarlılıklarınız var. Hüznün derinliği satırlara nasıl yansıyor? 

Hayata nasıl baktığınız önemli. Bakışlar kimi zaman görmesi gerekenleri görmeyebilir, gözünün önünden bir filim şeridi gibi geçtiği halde yine de bunu göremeyebilir. Bazen de gördüğü halde görmez. Gözlerin önünde perde vardır, ya da önünden geçenler kendini göstermez o kişiye. Günlük hayatın içinde hemen her gün bu ve benzeri bakışlarla karşılaşabiliyoruz. Bakışların görmesi gerekenleri takip etmekle iyi bir iz de sürülebiliyor. Kimi zaman asıl görülmesi gereken o bakışların ardında gizli kalmış başka bir durum olabiliyor. İyi bir gözlemci olmalı insan. Hemen her yerde bu ve benzeri durumlar görmek isteyenler için çok yakınındalar. Sokaklarda yaşayan insanların öyle değişik hayat hikâyeleri var ki… Her birisinde çok farklı hikâyeler hem de. Sizin de önünüze geldiğinde bu hayat hikâyeleri ile ilgilenip daha yakından tanımaya çalıştığınız olmuştur mutlaka. Bu göz ve bakış içerdeki derin acıyı aynen sizin de yüreğinizde hissetmenizi sağlayabilir. Sokakta yaşayan bir garibana, evinde yakacak bir şeyi olmadığı için titreyerek elindeki bir örtü ile ısınmaya çalışan mazlumların hepimizin üzerinde hakkı var diye düşünüyorum. Gördüğümüzde önünden yürüyerek geçip gitmek değil, elinden tutup bir kap çorba, bir parça ekmek, bir bardak su vermeliyiz onlara. İnsan olduğumuzu belki o vakit daha iyi anlayabiliriz. 


 Okullar, çeşitli kuruluşlarda verdiğiniz dersler ile toplumun her yaş grubuyla temas halindesiniz. Toplum ve edebiyat ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

 Gençlerle birlikte olmayı, onlarla sohbet edip çeşitli konuları tartışmayı seviyorum. Bu anlamda gittiğimiz okullarda çok iyi diyebileceğimiz, kendini iyi yetiştirmiş, iyi yolda ilerleyen pek çok gençle tanışma imkânı buldum. Bunlarla sorunsuz bir şekilde diyaloğumuz sürüyor. Bir de içinde bulunduğu yaşın da etkisi ile tamamen başıboş, hiçbir amacı, hedefi olmayan sadece talebelik yapıp okulu bitirme gayreti içinde olan gençlerle karşılaşıyoruz. Bunlara da hayatın bir anlamı olduğunu, insanın önce kendisini tanıması gerektiğini, şayet kendisini tanırsa etrafındakilere de mutlaka çok yararı dokunacağını bunun aynı zamanda insan olmanın da bir gereği olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.  Gençlerle hangi şartlarda konuşursanız konuşun mutlaka faydalı olduğuna da şahit oluyorsunuz. Bir de gençler arasında okuyan, yazan, sanat ve edebi faaliyetler içinde olanları var ki aramızda hemen bir sıcaklık doğuyor, kalplerimizin hemen ısındığını, ilgili alanlarda sohbetin koyulaştığını görüyoruz. Sanat ve edebi faaliyetlerde bulunan gençlerin soruları çok mutlu kılıyor. Gittiğimiz okullarda en çok edebi faaliyetleri olan, okuma gurupları içinde çok iyi okumalar yapan gençlerin yaklaşımları, sordukları sorular bizim de motivasyonumuzu artırıyor, daha çok çalışmaya yöneltiyor, gençlerle daha çok bir arada olmamızı sağlıyor. İyi de oluyor. Onların bu pozitif enerjileri bizim de kendimizi iyi hissetmemizi sağlıyor.

Whatsapp Görsel 2024 02 15 Saat 11.06.05 9Fb5653E


Yayıncılık hayatı tecrübelerinize istinaden editörlük hakkında neler söylemek istersiniz? Türkiye'de meslek olarak kat etmesi gereken uzun bir yol var gibi görünüyor, değerlendirmeleriniz nasıl olur?
Evet sizin de belirttiğiniz gibi yayıncılık gerçekten zor bir meslek, gittikçe de zorlaşan dar bir alana doğru evriliyor. Ekonomik şartlar her geçen gün yayıncılığı daha da zora sokuyor. Fakat bütün bu olumsuzluklara rağmen yine de yayıncılığı sürdürmek konusunda bütün şartlarımızı zorluyoruz. Ne kadar sürer bilinmiyor ama biz bu zorluklara karşı savaşmaya, yeni kitaplar yayınlamaya ömrümüz yettiği sürece devam etmeye kararlıyız.

Editör, yayıncılık alanında çalışmak isteyen gençlere tavsiyeleriniz?

 Bir önceki soruya cevap verirken yayıncılığın çok zor bir alan, zor bir meslek olduğundan söz etmiştik. Bu zorluğa göğüs gerebilecek cesaretli, girişken, yılgınlık göstermeyecek gençler çok rahat çalışabilir, bu alanda hizmet edebilirler. Bir de editörlük yapacak arkadaşların okumayı seven, çok okuyan ve dilbilgisi konusunda yeterli bilgiye, tecrübeye sahip olması gerekir. Kısacası sevmek gerekli önce. Her alanda olduğu gibi, hangi işi yaparsak yapalım o işi severek yaparsak başarılı oluruz değil mi. O halde daha çok sevelim. Daha çok çalışalım.

Whatsapp Görsel 2024 02 15 Saat 11.09.13 Ee1A09Dd