İslâm medeniyetinin kültüre armağan etmiş olduğu eserler bulunduğu gerçeği bizim gerçeğimiz midir, yoksa bizim gerçeğimiz değil midir?

Selçuklular zamanında kaleme alınmış olan kitaplar Farsça yazılmışlardı. Anadolu Selçuklu devleti zamanlarında da bu toplumsal gerçek pek fazla değişmemiştir. Pek çok tarihî olayların kayıtları, o devrin kültür dili olan Farsça ile te`lif olunuyordu. Söylemek gereksiz din üzerine yazılan kitaplar daha çok Arapça yazılıyordu.

Türkler İslâmı kucakladıkları ilk günden itibaren kültürde karşılaştıkları durum belliydi. Hatta diyebiliriz ki apaçık görünüyordu: Kendilerini karşılayan bu yeni inanç, sadece bir kültten ibaret değildi.

Dünya ile öte dünya dengesini kurmak iddiasında bir dindi. Bilim ve kültür boyutları dikkati çekiyordu. İnsanlar etkileniyordu. Kutsal kitabın getirdiği ruh eşsizdi. Peygamberin kendi şahsında tevhidi gerçekleştirişi insanları ilgilendiriyordu. Bu ilgilendiriş, suya duyulan dayanılmaz istek gibidir.

M.S. 1970`lerde bu kez Çinliler, Kızıl Çin denilen komünist yönetimin altındaki Çin, Batı medeniyetinin eski Yunandan aldığı, 20. yüzyılda 'Latin Harfleri' denilegelmiş harfleri kabul edip etmemeyi uzun uzun tartışmışlardı. Bir gazetede karşımıza çıkan: 'Çinliler Latin Alfabesine geçmeyi kabul etmediler' haberi bize bu tartışmanın öncesini haber vermiş oldu. Sonucu ise şu şekilde okuyabiliyorduk: Çin, Lâtin Harflerine geçmeyi göze alamadı...

Veya

Çin, o zamana kadarki hayatının kayıtlarından ayrı düşmeyi göze alamadı...

Hatta

Çinliler 20. yüzyılda bu işe cesaret etmiş bir toplumun durumuna düşme ihtimalini göze alamadı. Çinlilerin göze alamadığı Türklerin Latin harflerine geçişiydi. [Bunu açıklamışlardı Çinliler]... Türkçe Larousse veya Türkçe Britannica`dan bakılabilir. Çinliler bu konuyu 1975`te tartışmışlardı. Hürriyet gazetesinde haberin ayrıntıları da yayınlanmıştı.

Benim, yeryüzünde gelmiş-geçmiş nice toplumların yazılarını sağdan sola yazdıklarını, Fenikelilerin ise soldan sağa ellerini işlettiklerini üzerinde düşünmeye değer bir tersinelik olarak görmem ve konu olarak benimsememde Çinlilerin bu kararlılıklarının da bir dönemeçetkisi olmuştur. Süleyman Nazif 1927`de ölmeyip, 1928`de Harf Inkılâbı`nı görseydi neler duyar, neler yaşar, bir tepkisi olur muydu diye aklımdan geçirişim biraz daha sonradır.

*

Çin, kendi hayatının zaman oranında hışırtılarını feda edemedi.

Çin, tarih kroniklerini vekayi kayıtlarını öylece bırakıp, hızlandırılmış bir melankolinin öksesine tutulmayı göze almadı.

Çin, günümüzden 2000-3000 yıl öncesine çıkan kendilerine has 'romanları' gömmedi.

*

Yoksa Latin harfleri dediğimiz Roma Harfleri, Romalılar Grekten almış, onlara da Fenikelilerden geçmişti, gümrükteki mal çetelesinden mi başlıyor?

Aşağı yukarı bütün dünya toplumlarında rakamlar soldan sağa yazılır, bu Arapça`da bile böyledir. Fenikeliler de rakamları soldan sağa yazıyorlardı.

*

O zamanlar Türkler Uygur harflerini kullanmaktaydılar. Acaba yeni harfler ile karşılaşınca neler hissetmişlerdir?..

Uygur harfleri ile yazı yazmak, yani fikirlerini kağıt üstünde devamlı göz önünde bulundurmak alışkanlıkları neye uğradı? O zamana kadarki Türk kültür hayatı bunaldı, sarsıldı veya deprendi mi?

Türkler İslâm ile karşılaşmadan önce Çin kültür ve edebiyatının atmosferi içinde bulunuyorlardı. Elbette bir karşılıklı etkileşim bulunduğu da unutulmamalıdır. Tarih karşımıza getiriyor ki, Çin etkisi Türklerin orijinalitesini yavaş yavaş öldürüyordu. Türk kültür ve edebiyatı otantik özelliklerini yeni kuşakların artık unutmakta oldukları bir dönemi yaşamaktaydı.

Şimdi şu soruyu sorabiliriz: Türkler Çin ideogramlarını kullanacaklar mıydı? Buna dair bir bulgu var mı, üzerinde düşünülebilir. Örnekler var ise göz önünde tutulmalıdır.

Türkler Çin resim-yazısına belki geçeceklerdi belki geçmeyecek ve Uygur harflerinde kalacaklardı.

Uygur harfleri gözden düşme akıbetini yaşıyor muydu? Buna dair bir bulguya pek rastlamamıştır.