Muhammed Fatih Dur

Kültür araştırmalarına kendini vakfetmiş, İstanbul ve medeniyetimiz üzerine 10'u aşkın kitabı bulunan Nidayi Sevim ile Eyüpsultan'dan mezar taşlarına uzanan bir sohbet gerçekleştirdik.

Öncelikle kendinizi nasıl tanıtırsınız?

Ben kültür araştırmacısıyım.

Hayatınızda sizi kültürümüzü araştırmaya iten şeyler ne oldu?

25 Yıl bilfiil matbaacılık yaptım. Belli bir yaşa geldikten sonra, kendi kendime 'Ben hep matbaacılık mı yapacağım, matbaacı olarak mı öleceğim?' dedim. 'Hepsi bu kadar mı?' diye sordum. Tarihî mezalıklar ve mezar taşları ile münasebetim 2005 yılında başladı. Otuz sekiz yaşındaydım. İnsanlar belli bir yaşa gelinceye kadar mezarlıklar dolayısıyla ölüm gerçeğiyle pek yüzleşmek istemez. Hele ki günümüz tüketim toplumunda bu kavram gündemimizden tamamen çıkmış. O yıllara kadar benim durumumda genel vaziyetle aynı idi. Oysa Yahya Kemal'in de ifade ettikleri gibi bizler vaktiyle ölüleriyle birlikte yaşayan bir millet idik. Beyoğlu'nda yaşarken Eyüp Sultan'a hicretimiz, hayatımda önemli bir kırılma noktası oluşturdu. Beyoğlu’ndan Eyüp Sultan’a taşınınca bir kültür şoku yaşadım. Eyüp Sultan’da büyük bir medeniyet ile karşılaştım. Tarihi mezarlıklar ilgimi çekti. Daha çok onların tahribatı etkiledi. Çıkış noktam yere düşmüş bir mezar taşı: Bunu nasıl ayağa kaldırabiliriz düşüncesi. Semtlerin, mekanların insan üzerindeki etkisini daha yakından müşahede ettim. Dönüp 15 senenin muhasebesini yaptığımda bunu daha iyi anlıyorum. Eyüp Sultan'da, Cülus Yolu Üzerinde, Mihrişah Valide Sultan Külliyesi'nin tamamlayıcı bir unsuru olan bir sıbyan mektebi vardır. Etrafını Cülus Yolu, Beybaba sokağı ve Boyacı Sokağının çevrelediği bir kabristanın içerisindedir. Mektebin ana giriş kapısı üzerinde, celi sülüs hat ile mealen:"Rahman olan Allah, Kur'an'ı öğretti, insanı yarattı, ona beyanı öğretti." Anlamına gelen Rahman sure-i celilesi Ayet-i Kerimeleri yer alır. Günümüzde İlim Yayma Cemiyeti Eyüp Sultan Şubesi, ilmi, kültürel ve sanatsal etkinliklerine ev sahipliği yapıyor. 2005 yılında şube başkanlığını Dr. Mehmed Emin Hoca üstlenmişti. Mekanın faaliyetleri arasında mezar taşlarını okuma kursu da vardı. Sıbyan mektebinin kapısı önünde, üzerinde muhtelif notların, ilanların yer aldığı bir pano vardı. Gözüm bu pano üzerinde yer alan, bir mektup kağıdının yarısı büyüklüğündeki ilana ilişti. İlanın başlığı şöyleydi: "Dedelerinizin mezar taşlarını okumak istemez misiniz" bu çağrı dikkatimi celbetti. Hemen içeri girip Mehmed Emin Hoca ile tanıştım, kurs hakkında daha detaylı bilgi aldım ve kursa kaydoldum. O gün bugündür bir daha mekânla bağım kopmadı. Burada bir yandan kursa devam ederken bir yandan da tarihî mezar taşlarıyla ve medeniyetimiz ile ilgili araştırmalara başladım. Araştırmalara başladıktan sonra Arapça, Osmanlıca kurslarına gittim, Üniversite’de sosyoloji bölümünü bitirdim.

Onların bu topraklarda bulunması bir nimettir

Şu anda bulunduğumuz Eyüp Sultan’ı İstanbul ve Türkiye için önemini nasıl anlatırsınız?

Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u fethettiğinde burayı başkent yapacağı için kazıklarının dayanağının sağlam olmasını istedi. Peygamber Efendimizin malum olduğu üzere İstanbul’un fethedileceği müjdesinin çağlar önce vermiş. Peygamber efendimizin En yakınındaki sahabelerden, Hicretten sonra Efendimizin evinde kaldığı Eyüp Sultan hazretleri İstanbul’u fethetmeye geldiği sırada hastalanıp burada defnedilmesi bizim için yeterli bir dayanaktır. Eyüp Sultan Hazretleri büyük bir sahabedir. Peygamber Efendimiz dönemindeki bütün savaşlara katılmış. Dört halife döneminde de ömrünü gazalara harcamış ve bu uğurda şehit olmuştur. Onun İstanbul’da olması da Allah’ın ilahi bir kaderi. Peygamber Efendimizin Mekke’den Medine’ye hicretinde Kasvâ adlı devesini serbest bırakıp nerede durursa orada konaklayacağım dediğinde de bu İlahi kaderin tecelli ettiğini görüyoruz. Deveye nerede duracağı Allah tarafından bildirilmişti.

Milletimizde Eyüp Sultan hazretleri hep misafirperver, ilim ve fazilet ehli olarak bilinir lakin onun pek bilinmeyen bir yönü de aksiyon adamı olmasıdır. Ömrü savaş ve ilimle geçmiştir. Ömrü hep ilimle ve hareketle geçmiştir. Bizler Eyüp Sultan’ın bu yönlerini örnek almamız lazım. Ben Eyüp Sultan’a emekli olmak hayaliyle gelmiştim. Taşındıktan sonra 50 yaşından sonra üniversiteyi bitirdim. Onların bu topraklarda bulunması bir berakettir, nimettir. Buna şüphe yok.

Mezar taşları İstanbul'un tapusudur

Görüyoruz ki eskiden mezar taşları bir sanat eseri gibi yapılmış. Bizim için mezar taşları niye önemli?

Türkler, İslam ile tanışıp Müslüman olduktan sonra bazı alışkanlıklarını bırakmış, bazı geleneklerini de İslamlaştırmışlar. Türklerde var olan balbal geleneği İslamlaştı. Türkler Balbalların üzerine çeşitli ayetler yazarak İslami bir forma dönüştürmüş. İslam’da heykelcilik yok. Atalarımız bu alandaki marifetlerini mezar taşları üzerinde sergilemişler. O mezar taşları İstanbul’un tapusudur. Bizim ne kadar eski bir medeniyet olduğumuzu ve ne kadar uzun süredir İstanbul’da var olduğumuzu gösterir. Bunlar tahrip edilip parçalandıkça aslında kendi tarihimizi de yok ediyoruz demektir.

Eski mezar taşları ile günümüzdeki mezar taşlarını karşılaştırdığımızda bir estetik farklılık görüyoruz. Nasıl değerlendirirsiniz?

Mezar taşları döneminin yaşam ve mimari tarzını yansıtır. Dolayısıyla bizi yansıtır. Tarihî mezar taşları ile ilgili serüvenime başlamadan önce Üstat Yahya Kemal Beyatlı’nın: 'Hiç bir şiir bir mezar taşı kadar milli olamaz. Çünkü onda el emeği, göz nuru, sanat vardır. Ve onlar bize bizi anlatır.' dediğini bilmiyordum mesela. Yine rahmetli Nihad Sami Banarlının: 'Eğer bir medeniyetin ihtişamını hala görmek istiyorsanız, Eyüp Sultan mezarlıklarına ve mezar taşlarına bir göz atınız.' dediğinden de haberim yoktu. O günün mimarisi derinlik ve estetik sahibiydi. Bugünün binaları kibrit kutusu gibi birbirinin aynı. Herhangi bir derinlik veya estetik yok. Mezar taşları da öyle. Mimarimiz mezar taşına yansımış. Gökdelenler, birbirinin kopyası ruhsuz, renksiz, havasız şehirciliğimizin kabristandaki yansımasıdır. Yavanlaşmışız. Eski mezar taşlarda bir dil, edebi sanat zenginliği, görsel zevk var. Günümüzü bakıyoruz hiçbir şey yok. Yavanlık var. Zarafetimizi kaybetmişiz.

Peki o zarafetimizi tekrar kazanabileceğimizi düşünüyor musun?

Şimdi çıkmayan candan umut kesilmez derler. Biz buna inanmak mecburiyetindeyiz. Dünya var oldukça iyilikler, güzellikler var olacaktır. Buna bir yerden başlamamız lazım. Kelebek Etkisi metaforunu biliyorsunuz. Her şey tek bir hamle ile başlar. Müslümanlar olarak değişimin kendimizden başlayacağına inanmalıyız. Umutsuzluk bize göre değil. Umudumuz kadar varız.

İhale usulü restorasyon olmaz

Tarihi eserlerin restorasyonun'da ciddi sıkıntılarını olduğunu belirten Nidayi Sevim, restorasyonlarda mütahitlik zihniyetinden vazgeçilmesi gerektiğini söyledi.

Eski mezar taşlarındaki sembollerin bir anlamı var mı?

Evett tabii ki. Mezar taşlarında bulunan başlıklar, sarıklar, ve remizler kişinin sosyal sınıfını, mesleğini, sanatını ve hatta tasavvufi meşrebini işaret eder. Ressamsa paleti, askerse madalyası mezar taşlarına işlenirdi. Eğer bir kız evlenemeden hayatını kaybederse mezar taşları duvak şeklinde yapılır ve ayak kısmına dikilen taşa da ters lale gibi motıfler işlenirdi. Başka bir örnek ise mezar taşı üzerindeki servi içinde servi motifi doğumda ölen kadını ve doğurduğu kızını ifade ederdi.

Daha önceki bir röportajınızda mezar taşlarının temizliğinde yanlışlıklar yapıldığını söylemişsiniz. Bunu biraz açar mısınız?

Sadece mezar taşları değil de tarihi eserlerimizin restorasyanunda bir özensizlik, dikkatsizlik gözlemleniyor. Bu da neden? Bir kere meseleye iş olarak bakılıyor. Ecdadımız bunları yaparken ibadet şuuruyla yapmış. İkincisi ihale usulü en ucuz verenin bu görevi üstleneceği mantığının olmaması lazım. İşin ehlinin olması lazım. Bir ekip düşünün bunun içinde sanat tarihçisi, restorasyon uzmanı, arkeoluğu, mimarı, mühendisi yer almalı. Amelesinde bile liyakat olacak. Bir taşı yerden kaldırırken bile büyük bir hassasiyet olmalı. Bu restorasyonlardaki genel problemden mezar taşları da nasibini alıyor. Mezar taşlarını toplayıp bir yere dizmek, tazyikli su ve kumlama sistemiyle mezar taşlarını ağartmak gibi benzer şeyler var. Bunu uzmanları daha iyi bilir ama bizim dile getirdiğimiz bu işin estetik, derinlik kısmı. Bundan ziyade bir de defineciler musallat olmuş mezarlıkları hallaç pamuğu gibi delik deşik etmişler. Öbür taraftan insanlar yeni mezar yerleri açmak için eski mezar taşlarını kırıp yerine yeni mezar yeri açıyorlar. Pek çok bileşenin bir araya geldiği bir hadise. Bundan ötürü vatandaşın sahip çıkması lazım. Bu 'dedemin mezar taşı, tarihimiz ve kimliğimiz' diyerek farkındalık oluşturacak. İdari mekanizmalara baskı yapacak ve idari mekanizmalar işlerini daha özenli yapmam zorunda kalacaklar. Başka çıkar yolu yok. Topyekun bir sahip çıkma gerçekleştirmeliyiz.

Sadaka Taşları hakkında neler dersiniz?

Sadaka taşları aslında bizim mihenk taşımız. - Mihenk taşları altını ayırt etmek için kullanılır. Sadaka taşları da bizim mihenk taşımız: Bu devlet, millet nasıl bir medeniyetin kodlarının üzerinde bina edilmiş onu görebiliyoruz. Dünyada eşi benzeri olmayan bir sistem. Tabii bunun kökeninde Allah’ın ayetleri, Peygamberin hadisleri bulunur. Dedelerimizde bu ayet ve hadislerin üzerine veren ne gurura ve kibire kapılsın ne de alan rencide edilecek bir sistem inşa etmişler. Sadakanızı 5 lira 10 lira koyuyorsunuz, ihtiyacı olanda ihtiyacı kadarını alıyor. Kimse kimseye minnet duygusu duymuyor. Sadakayı alan insan tanımadığı onca insana duasını gönderiyor.

Bazı belediyelerimiz misal Eyüp Sultan Belediyesi sadaka taşlarını tekrar canlandırıyor. Lakin sadaka taşlarının özünü kaybettiren bir şekilde kumbara gibi ihtiyacı olanlar içinden alamıyor. Çünkü kilitli. Bu bizim sadaka taşlarını koruyamacak kadar yozlaştığımızı mı gösteriyor? Ne dersiniz bu konuda?

O sistem kesinlikle sadaka taşı sistemi değildir. O bütün camilerin önünde, hayır kurumlarında olan bildiğimiz kumbaradır. Orada bir insanın gelip ihtiyacı kadarını alabileceği bir sistem yok. Ah insanlar hayrını yapıyor mu? Yapıyor ama sadaka taşı değil. Sadaka taşları farklı bir şey. Bizler o derinliğe sahip olamadığımız için yaptığımız şeylerde suni oluyor. Hatta o işin ruhunu da sabote ediyor.

Peki Askıda Ekmek gibi uygulamalara sadaka taşı diyebilir miyiz?

Ben sadaka taşlarının araştırmasını yaparken. Bakara Suresinde 273. Ayetin tefsirinde - '..,Yoksulluklarını gizli tuttukları için bilmeyen onları zengin sanır. Kendilerini simalarından tanırsınınız.' – Bu ayeti kelimenin Ashab-ı Suffa hakkında indiği söylenir. ve buruda kast edilenler Medine’ye eğitim için gelen Ashab-ı Suffa. İlimle meşguller ticaretle meşgul olmadıkları için her hangi bir gelirleri yok. Sıkıntıdalar. Ensar onların sıkıntısını bu ayet indikten sonra fark ediyor. Ensarlar bu insanları rencide etmeden nasıl yardım ederiz diye düşünmüşler. İki direk arasına bir ip sermişler, ipin üzerinede salkımlar ile hurmalar koydular. İhtiyacı olanda oradan aldı. Bana göre sadaka taşlarının kökeni budur. Bu günümüzde askıda ekmek olmuş.

Son olarak İstanbul camilerinden hangilerinin yeri sizde ayrıdır?

İstanbul camilerinin teker teker hepsinin yeri bende bir başkadır. Bu nedenle elimden geldiğince farklı camilerde namaz kılmaya çalışırım. Bununla birlikte İstanbul’da ilk ezan okunan camii olan Karaköy’de bulunan Arap Camii, Kuledibindeki Fatih’in müezzini Bereketzade Ali Efendi Camii, Eyüp Sultan’da Kaşgari Camii’nin yeri daha bir farklıdır.