Ü lkemizin 'her zamanki gibi' görüldüğünden kimsenin şüphesi olmamalı. 'Her zamanki gibi' yani tarih boyunca olduğu gibi. Dışarıdan Batı`sından da, Doğu`sundan da Türkiye lezzetine karşı konulması çok zor bir parçadır. Bütün tarih boyunca bu böyle olmuştur.

Türkiye, dışarının ihtiraslı gözünde daima en cazip bir av gibi durmuştur. Tarih bilgimizi, o bize bir bilinçsağlayacak gibi idrâk ve sorumluluğumuzdan süzersek göreceğiz ki ister Selçuklular zamanında olsun, ister Osmanlılar zamanında olsun Avrupa siyasî ağzında bu topraklardan her zaman Türkiye ismi ile söz edilmiştir. Cumhuriyet devrinde de böyledir. Bugün bu psikoloji devam etmektedir.

Avrupa ve ondan etkilenerek Batının geri kalan tarafı, Türkler, Türkiye... derken, biz bu psikolojik ağırlık arzeden yaklaşımda onların kültür ve medeniyet olarak bizi ifna edilecek bir unsur kendi dışında bir cevher ve muhtemel bir kudret mihrakı olarak görmelerini tesbit edebilmeliyiz.

Bizi daraltabildiği en mümkün sınırlara kadar manipüle etmek esasına göre ayarlanmış bir siyasete sahip olmuştur Batılı devletler. Bugün, Avrupa Birliği ideali içinden bize aynı tarihsel mantıkla bakmaktadır Batı. Avrupa Birliği bizde sadece iyimserlik uyandıran bir imge halinde kaldıkça, bizim için gaflet kelimesinin ifade edeceği çağrışımlar sürekli gündemde kalacaktır. Avrupa ve Amerika ile karşı karşıya bulunuşta, edilgenlikten kendimizi kurtaramıyacağız demektir. Bu gerçeğin idrâk edilmesi, büyük ihtiyacımızdır.

Ü lkemiz üstüne birçok gelişme cereyan ediyor. İtiraf edilmesi gereken bir durum vardır. Türkiye, tesadüfler ile açıklanması mümkün olmayacak, dışarıdan yüklenmeler karşısındadır. Bunlar, Avrupa Birliği bürokrasisi tarafından uzun süreçte hazırlanmış tasarının evrelerini oluşturan gündem başlıklarıdır.

Dört koldan, çok cepheli, birden fazla boyutlu plân ve projelerdir bunlar. Avrupa Birliği`ne 'uyum süreci'ne Kopenhag Kriterleri ve Ankara Antlaşması ile olumlu cevap vermiş, böylece kendini bağlamış olan Türkiye, böylelikle adetâ kendi kendini ipotek altında tutar bir durumdadır. Bu durumu bir denge sorunu olarak görmemek, sürekli tâviz verme pozisyonunda kalmaktan kendini kurtaramamak değil de nedir?

Jeopolitik Bakımdan: Türkiye, çoktandır, iç-savaş sürecine girmiş bir ülke olarak ilân edilmektedir. Birbiriyle kıran kırana bir 'çok satışlılık' yarışına girmiş olan 'haftalık' haber-magazin dergileri, bunu bir propaganda halinde işleyip durmaktadır. Bu son gelişmede de görüleceği üzere, Türkiye fikir ve kanaat belirtme yolu ile yürütülen bir psikolojik savaşın tam içine düşmüştür. Kendi toprağında. Yazılı ve sözlü haber ve yorum ağı ortamında denge, Yerli Düşünce lehine bir değişim göstermektedir. En azından bir dengenin iadesi için, realize edici bir çalışma görülse de, bu kadarı maksadı temin için yeterlidir denemez. Nitelikli ve yetkin bir basın ihtiyacı mevcuttur.

Avrupa Birliği, Türkiye`nin bir aday ülke olarak bütün duygularını istismar etmektedir. Bundan türlü çeşit biçimde geri durmamaktadır. Hiçbir Avrupalı üye ülke, yapısal özelliklerinden bu oranda vazgeçmeye zorlanmamıştır. Türkiye`den vaki istekler, aşırıdır. Etik dışıdır hatta. Siyasette etik olur mu? Siyasette etik, evet, olur. Etikten taviz verile verile Batıdan yayılan dış siyaset mantığı, devletlerarası ilişkilerde güleryüzle birbirine kazık atmanın bir hak olduğu sanısını doğurmuşsa, asla hakikî bir temeldir zannedilmemelidir. Bu, çağımızda çığrından çıkmanın başka bir yüzü tekrarlanan bir boyuttur. Tekrarlanan, çünkü, büyük savaşlar böyle kötü gidişler sonunda patlar, yayılır.

Avrupa Birliği ulusal kimlik bile istemiyor. Bakarsanız bu Avrupa Birliği`nin bir olmazsa olmazı. Kendilerine uygulamadıkları bir derece, bir doz bu. Türkiye, bu kadar aşırı bir dozu bünye olarak kaldıramaz.

Avrupa Hasta Adamı iyi edecek! Höst... Romancı Henry Miller, Rimbaud incelemesinde Avrupa`yı hasta ilân etmişti. Batı`dan tedavi beklemek abestir. Kendi potansiyelimize, inanalım. Medeniyetimizin fazilet ve sağlamlığını görelim.