İnsanlar birlikteyken mükemmel, 'bal dök yala' derler ya öyle!...

Ne kadar güzel anlaşıyorlar, 'çok iyi ekip olmuşlar' dersiniz;

Ama, gerçek öyle değil;

İTÜ eski Rektörü rahmetli Prof. Dr. Kemal Kafalı hocamla Erdek`te karşılaşmıştık. Çay içerken, söz Konservatuardan açıldı. O sıralarda yönetim bize kadro vermemek için, önümüze engeller çıkarıyordu. Ben de, 'kim olduğumuzu, ne işler yaptığımızı' anlatmış, kadro sorunlarımızın çözülmesini istemiştim. Bana, bu konudan haberi olmadığını, dönüşte hemen ilgileneceğini söyledi. Sonra, 'sizin sanatçı hocalarınız bir alem. Toplu geldiklerinde bir kibar, güzel sohbet, fıkralar bu kadar olur! Ama, tek tek görüştüğünüzde o yapamaz, o başaramaz v.b.' diyorlar demişti. İlk pazartesi, 'kadro yazılarımız' geldi ve biz mezun gençler 'okutman olarak' göreve başladık.

İTÜ `ye bağlandığımızda, akademik geçişi sağlasın diye atanan ilk müdür olan rahmetli Prof. Dr. Lütfi Zeren`den sonra, müdür kim olacak diye merak ediliyordu ki, Fikret Değerli hocam atanmıştı. Fikret hocam, bir sohbetinde diğer adayların rektör ile görüşürken, rektörün onlara 'şunu da düşünüyorum' dediğinde 'o yapamaz, beceremez v.b.' ifadeleri olduğunu, ama kendisine Halil Aksoy sorulduğunda, kendisinin 'çok iyi seçim olacağını, becerebileceğini, uygun olacağını, ama takdir sizindir' dediğini, bu şekilde müdürlüğe seçildiğini söylemişti.

İşe bilmek gerek!...

Şimdi, devlet üniversitelerinde moda olan ve yanlış kullanılan danışmanlar ve yardımcılar, eğer geçen yazımızda belirttiğimiz, 'şekilde' seçilmiş ise sorun olmuyor. Ama, eğer yıldızı parlayan, atak, girişken v.b. kişi seçilmişse, sorun başlıyor. (Vakıf üniversitelerinde danışmanlık yok ta başarısızlar mı?)

Danışman, kesinlikle üniversiteye bir yarar getirmelidir. Bir dekan, müdür zaten rektörün danışmanıdır. Bir Genel Müdür, Daire Başkanı elbette Bakanın danışmanıdır. Ancak, 'kurumların dışarıyla bağlantısını geliştirecek, saygın,dinamik kişiler' danışman olarak atanmalıdır. Atandığı zaman da tepki değil, 'çok iyi olmuş, yararlı olur' v.b. söylemlerine yol açmalıdır.

Günümüzdeki Danışmanlar, Dekanlar ve Müdürler ne yapıyor?

Bize gelenleri ve yaşadıklarımızı toparlayalım

Fırsatı değerlendirip akademide kendilerini tanıtmanın, yeni görevlere geçmenin yollarını arıyorlar;

Diğer akademisyenlerden hemen ayrılıyorlar;

Rektörden/dekandan/müdürden daha etkin olduklarını hissettiriyorlar;

Rektörün/dekanın/müdürün iş yapmadığını, kendilerinin her işi yaptığını söylüyorlar...

'Ben olmasam işler hep kalır' diyorlar;

'Rektör/dekan/müdür, bir şeyden anlamıyor, hep ben söylüyorum' diyorlar...

Kadro/unvan işim olmasa, bir dakika durmam/çalışmam diyorlar;

Maddi getirisi yok 'biraz havası olmasa, bir dakika durmam/çalışmam' diyorlar;

Adımız 'danışman', ama kimse danışmıyor, ayda bir göstermelik toplanılıyor diyorlar...

Bazı danışmanlar, zinciri kırıp rektöre daha yakın olup, ileri konuma geçiyorlar;

Rektörün her &ndash yönetmeliklere uygun olmasa da- istediğini yapmaya çalışıyorlar;

'Şeytan diyor, dekan/müdür ol' diyorlar;

'Rektör 'beni çok seviyor' ve '; sevmiyor' diyorlar;

Rektör adına bazı akademisyenlere mobbing uyguluyorlar;

Rektör adına istekte bulunuyorlar;

Rektörün başarısında 'kendilerine pay' biçiyor, başarısızlığında 'ben söylemiştim' diyorlar...

Ve, en kötüsü rektörle var olup, rektör gidince yok oluyorlar;

Ya, yaptıkları 'iyi işlerle' anılıyorlar, kurum içinde rahat dolaşıyorlar;

Ya da, 'ortada görünmüyorlar'

Oysa, her akademisyenin dönüp dolaşacağı yer 'öğretmenler odasıdır.'

O odaya girecek 'yüz olacak!',

Onun için, hep söylüyoruz görevlerin havasına/etkisine girmemek gerek!..

Ah,bir anlaşılabilse!..

İçselleştirilebilse!..